GEZİ GÜNLÜKLERİ
Gezi Parkı gelişmelerini ilk günden itibaren neredeyse saat saat izledim. Günlerce, haftalarca, bazen eve bile gitmeden olayları gözlemledim. Hergün düzenli günlük tuttum. Ayrıca tüm demeçler, açıklamalar, talimatlar ve emirleri de arşivledim. Tümü gün ve saat sırasına göre yer alıyor bu yazı dizisinde. Bu yazı serisinde okuyacaklarınız günlüklerin ham halidir. Bu günlüklerin düzenlenmesinden ortaya çıkan Bu Daha Başlangıç kitabı da Kırmızı Kedi Yayınevi'nden yayınlandı.
Hastaneler yetmiyor
Sırrı Süreyya Önder tedavisinin ardından taburcu edilmişti. Ancak yaralı sayısının çokluğu ve bölgedeki hastanelerin yeterli olamaması nedeniyle Türk Tabipler Birliği geçici bir acil müdahale birimi kurdu.
BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder tedavi gördüğü Taksim İlk Yardım Hastanesi'nin kapısında şunları söyledi sıcağı sıcağına;
“İstanbul Valisi, Belediye Başkanı ve Emniyet Müdürü, sübhaneke tespihi gibi dizilmişler, halkın gözüne baka baka yalan söylediler. Halka saldırdılar. Fas'lı bir kız yaralandı, yoğun bakımda. Faslı kızda mı göstericiydi? Hep yalan söylüyorlar. Bütün şehri gaz alanına çevirdiler. Bunların hesabını soracağız.”
Hava karardı. Yarın 1 Haziran 2013 ve de Cumartesi. Yani ben izinliyim. Eve gidip biraz dinlenmek istiyorum. Ama nasıl?.. İstanbul'u yönetenler her zaman yaptıklarını yapmışlar ve Taksim Metro istasyonunu kapatmışlardı. Hatta Mecidiyeköy'e kadar istasyonlar kapalıydı. İnsanlar işten çıkmışlar ortada kalakalmışlardı öylece. Tıpkı 1 Mayıs 2013'de olduğu gibi. İşkence sadece gazla, suyla olmuyor ulaşımla tüm kentin canına okunuyordu. Metro kapalı olunca o kadar yolu yürümektense eylemcilerle sabahlayıp bir gecelerini görüntülemeye ve gözlemlemeye karar verdim. Ama vermez olaydım.
Taksim'de AKM'nin önünden geçip İTÜ Taşkışla binasına ilerledim. Ceylan Otel'in yanından sağa dönüp Dolmabahçe'ye inecektim. İnönü Stadyumunun hemen yanında yokuşta Harbiye'ye çıkış yönünde yolun ortasına barikat kurulmuş ateşe verilmişti. Yaklaşınca barikatın içinde ters döndürülmüş bir arabanında yandığını gördüm. Araba sivil miydi bilmiyorum. Belli olmuyordu. Arkada Bezm-i Alem Valide Sultan Camii (Dolma Bahçe Camii) önce ateşli barikat bir kaç kare fotoğrafını çekip Dolmabahçe'ye yürüdüm. Bine yakın insan vardı neredeyse. Trafik durmuştu. Beşiktaş'a doğru yürürken İnönü Stadyumu'nun yanından Küçük Çiftlik Parkı'na doğru çıkan yoldan önce patlama sesleri geldi. Ardından yoğun koyu siyah dumanlar yükseldi. Yolu kapatıp orada da bir aracı ateşe vermişti eylemciler. Yönüm Beşiktaş'a yüzüm sola dönükken, "Çekilin. Geri çekilin" diye bağırmaya başladı insanlar. Mahşeri bir kalabalık olanca hızıyla koşarak üstümüze geliyordu. Arkalarında da TOMA'lar, çevik kuvvet polisleri ve gaz bombası yağıyordu üstümüze.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Dolmabahçe sarayının bahçe duvarına tırmandım. Bazıları ezilmemek için çoktan sarayın bahçesinin içine atlamıştı bile. Düşmemeye çalışarak 6 -7 kare fotoğraf çektim doğal ışıkta. TOMA'larda, polisler de durdu. Karaköy yönüne koşan kalabalık bu kez gerisin geri sloganlar atarak Beşiktaş yönüne ilerlemeye başladı. Bu bir süre böyle devam etti. Polisler Dolmabahçe bulvarı girişindeki Başbakanlık Çalışma Ofisi'ni korumaya çalışıyordu. Eylemcilerden bir kısmı da oraya yöneliyordu. Taş ve misket atıyorlardı o yöne.
Fotoğraf çeke çeke Beşiktaş'a doğru ilerliyordum ama bu kez karşı yöne Astsubay misafirhanelerinin duvarının dibine geçmiştim. Tam da Akaretlere çıkan yokuşun başına yaklaşmıştım ki polis dört koldan saldırmaya başladı. Takviye gelmişti çevik kuvvete. Basınçlı su, gaz, cop,, tekme tokat. 50 kadar çevik kuvvet polisi üstümüze doğru koşmaya başlamıştı. Ortam karanlıktı. Burada gazeteci kimliği, kamera falan kesmezdi polisin hızını. Önlerine kim gelirse girişiyorlardı. Geri dönmek istedim ama mümkün değildi. Eylem yapanlar da bırakın kaçmayı sloganlar atıp polise taş yağdırarak ve de yara yara üstüme doğru geliyordu. Tam arada kalmıştım.
Eskiden askerlik şubesi olan askeri yapının kapı boşluğuna sıkışabileceğim kadar soktum kendimi. Tan anlamıyla savaş vardı önümde. Başbakanlık Çalışma Ofisine taş yağıyor, polisler de ardı ardına gaz bombası atıp yaklaşanlara copla, basınçlı suyla, püskürtme gazla girişiyordu. Üstelik Beşiktaş'ın içinden, Akaretler yokuşundan, iskele tarafından akın akın eylemci geliyordu. Bir ara Dolmabahçe yönüne doğru kaldırım boşaldı. Boşalmasının nedeni 2 tomanın birden su sıkarak ilerlemesiydi. Sağlı sollu tomaları siper etmiş polisler de gaz ata ata ilerliyordu. Koşarak çıktım bulunduğum yerden. Çok yaralı vardı yol boyunca. Polis sürekli gözaltı yapıyordu. Ayağı takılan, düşen, vurulan, gaza teslim olan, geride kalan yere çökertiliyor bağırta bağırta hatta kimileri dövülerek elleri arkadan plastik kelepçelerle bağlanıyordu.
Tekrar stadın önüne geldiğimde saat 01:00'i geçmişti. Yani artık 1 Haziran 2013 Cumartesi gününe girmiştik.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Yukarı Süzer Otel yönüne yürüyordum. Yoldaki barikatlar güçlendirilmiş. Ateşler iyice körüklenmişti. Yüzleri bandanalı 2 genç kenara oturmuş sigara içiyordu. Bir tane de ben istedim. Ayaklarımın altı yanıyordu. Sabah saat 09:00'dan bu yana neredeyse hiç oturmamıştım. Gençlerin yanına çöktüm. Cebinden bir paket çıkarttı. İçinde tütün vardı. Sardı bir tane uzattı. Kolunun iç kısmı dikkatimi çekmişti. Cılk yaraydı. Ne oldu dedim.
"Gaz kapsülü abi. Yaktı geçti. Tütün bastık böyle sulandı. Hastaneye gitsek gözaltına alırlar. Sabah ola hayrola."
"Nerelisin?"
"Muş. Sen?"
"İstanbul. gazeteciyim. televizyonda haberleri sunuyorum. Flash TV'de."
Döndü yüzüme baktı ikisi de. Ayağa fırladı.
"Yahu sen şey abi değil misin? Şey. Eeee. Dur söylem. Bulucam."
Barikata doğru seslendi, "Çocuklar. Gelin lan. Bakın kim var burada. Vayy babaa.." Barikatta 2 -3 kişi koşarak geldi. Ben de ayağa kalkmıştım. Tokalaştık. Öpüştük. "Dikkat edin kendinize" dedim. Küçükçiftlik Parkı yönüne doğru yola koyuldum. Karşıya geçebilmem için aşağıya kadar yürüdüm. Nişantaşı tarafından inip Dolmabahçe'ye bağlanan kavşakta da barikat kurmuşlardı. O sırada biir ambulans geldi. Siren çalmasına rağmen barikatı kaldırmıyorlardı. Bu sefer anons başladı ambulanstan. 112'nin değildi, özel sektöre aitti ambulans.
"Gençler, arkadaşlar. Bakın yaralı götürüyoruz açın barikatı."
Yanlarına gittim.
"Çocuklar neden yol vermiyorsunuz. Bakın yaralı varmış içinde."
"Ya abi sen karışma işine bak. Bunlar gaz bombası taşıyor polise."
Donup kalmıştım. "Nasıl yani" diyebildim sadece.
"Nasıl olacak Beşiktaş'ta polisin gazı bitmiş haber verdiler telefondan. Polis geçemiyor hiç bir noktadan. Ambulanslarla taşıyorlarmış gazı."
Çocuklar ambulansa yaklaştı. Arka kapıyı açmasını istiyorlardı. İçine bakacaklardı. Ama ambulansın şoförü manevra yapıp hızla Karaköy yönüne doğru uzaklaştı. Araçta gerçekten gaz bombası var mıydı? Korktukları için mi kaçmışlardı anlamadık. Arkasından koştular ama nafile. Siren çala çala uzaklaştı araç.
Eskiden lunapark olan yere geldiğimde otoparkın bekçileri bekliyordu. Boş bir iskemle vardı. İzin istedim, oturdum. Genç olan bekçi yaşlı olana, "servis kaçta gelir" dedi.
"Servis yok bu akşam. Görmüyor musun olayları?"
"Ben nasıl gideceğim? Saat 2... Keşke gelmeseydim. Bizi düşünen yok ki arkadaş. Nasıl gidersek gidelim. Eşeğiz ya!.."
Artık işverenine mi laf sokmuştu, belediyeye mi anlamamıştım. Teşekkür edip kalktım Nişantaşı'na doğru yürümeye başladım. Takatim tükenmişti. Bacak kaslarıma iğneler batıyordu. Yavaşladım iyice. Nişantaşı'nın içinden 5 kişilik bir maskeli grup aşağıya doğru marş söyleyerek ilerliyordu. 2 tanesinin elinde bira şişeleri vardı.
"Akın var akın, Gezi'nin fethi yakın..."
Tam onlara bakarken arkadan birisi omzuma vurdu. Ödüm kopmuştu. gazeteci arkadaşlardı. Biri de ajans kameramanıydı.
"Taksim'e gidiyoruz. Sen nereye?"
"Dolaşıyorum. Gücüm yeterse eve..."
"Ev nerede abi?"
"Tarabya'da."
"Gidip televizyona yatsana abi. Yürünür mü o yol? Bir bok da kalmadı çekecek artık."
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Köprü geçilmiş...
Nişantaşı'nı geçip Osmanbey kavşağına geldiğimde saatte 3'ü geçmişti. Ortada ne polis vardı ne de insan. Tek tük arabalar geçiyordu Şişli yönüne doğru. Cevahir Alışveriş Merkezi'ne varmıştım. Artık Astoria AVM'nin önüne gelmiştim ama ben de bitmiştim. Hava aydınlanacaktı neredeyse. Arkama dönünce daha fazla otobüsle polisin Boğaz Köprüsü sapağına girdiklerini gördüm. Bir şeyler olacaktı.
Zincirlikuyu'ya yürüyüp neler olduğunu anlayacaktım. Bir şey yoksa bir araç bulup eve geçecektim. Ben Zincirlikuyu'ya geldiğimde hava da çivit mavisine dönmüştü. Köprü tarafından acayip bir gürültü geliyordu. Metrobüs duraklarının üstünden baktığımda yüzlerce, abartısız yüzlerce kişi sloganlar atarak Anadolu yakasından, Avrupa yakasına geçiyordu.
Yüzlerce kişi sabaha karşı yürüyerek Boğaz Köprüsü’nü geçti. Akaretler ve köprü çıkışında müdahale geldi. Çok sayıda yaralı vardı. Eylemciler Beşiktaş üzerinden Taksim’e çıkacaklardı. Barbaros Bulvarı araç trafiğine kapatıldı. Hemen her noktada polisle eylemciler çatışıyordu. Beşiktaş'a kadar indim. Beşiktaş’ta Başbakanlık Çalışma Ofisi önünde çok büyük önlem vardı. Adeta polisten kale suru örülmüştü. Bunun üzerine Akaretlere yönelen eylemciler oradan Maçka üzerinden Taksim’e gitmek istiyordu. Daha birkaç saat önce geçtiğim Nişantaşı dahil hemen her noktadan polis biber gazı ve TOMA'larla eylemcilere müdahale ediyordu.
Önce Harbiye'ye çıktım. Tam Pangaltı'nın köşesindeki lüks otelin karşısında gençler yolu kesmiş ve araçları geri çeviriyordu. Askeri müze yönünde barikat kuruluyordu. Malzeme taşınıyordu. Bank, çiçeklik, kalas, kepenkler, odun. taş... Henüz bu noktada polis yoktu. Ama geldi. Radyo evi önünden ters yöne girmiş bir toma su sıka sıka Harbiye'ye doğru geliyordu. Arkasına takılmış çevik kuvvet ekipleri de gaz ata ata ilerliyordu üstümüze doğru.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
İçlerinde 1 tane bile eylemci bulunmayan insanlar neye uğradığını şaşırmış bizim üstümüze doğru koşuyordu. Ne bir uyarı ne de anons. Tatil günü evlerinden çıkanlar da yakalanmıştı gaza ve suya. Dolapdere'den yukarıya çıkan tüm ara sokaklara otomatiğe bağlamış gibi gaz bombası atılıyordu. Ben de Kasımpaşa üzerinden yukarı çıkmak için tam o yöne girmiştim. Merdivenlerden koşarak gazdan kaçan eylemciler ve vatandaşlardan 2'si bana çarpıp düştü. Bende yuvarlanmıştım. Altında kot pantolon olan ama üstüne hiç bir şer giymemiş yüzü gözlerine kadar kırmızı bezle sarılı genç düştükten sonra hızla kalktı. Döndü bana baktı. Koşarak yokuş aşağı Kasımpaşa'ya doğru gözden kayboldu.
Tekrar caddeye çıktım. Kaldırımlar yere düşmüş, çökmüş, oturmuş öksüren, aksıran, ağlayan insanlarla doluydu. Göz gözü görmüyordu atılan gazdan. Polis neredeyse her noktadaydı. Eylemciler de sokak aralarından bir gözüküp bir kaybolarak adım adım Taksim'e yaklaşıyordu. Ambulans sirenleri patlama seslerine karışıyordu. Divan Otel tarafından geçmeme olanak yoktu. Yüksek noktadan direkt üzerimize geliyordu gaz bombası kapsülleri. Bir de "tırrttt... Tırttt" diye bir ses duydum ardı ardına. Salak salak sesin geldiği yöne bakarken birisi sırtımdan bastırdı.
"Yere eğil. Yere eğil. Plastik mermi bu. Başını koru."
İri kıyım siyah fanileli, ellerinde sarı renkli inşaatçı eldiveni bulunan başı beyaz baretli bir gençti. Baretinin arkasında "Diren" yazıyordu. Koşarak Habertürk'ün altına inen caddeye daldı. Bir yandan da elindeki taşı tam köşedeki Point Otel'in önünde bekleyen polislere fırlattı. İki büklüm koşarak polislerin arkasına geçtim. Habertürk binası önünden Taksim'e girdim. Yine gri renkteydi Taksim. Hemen her sokak başında çatışma vardı.
Gösterilere katılan 20 kişilik Ülkücü gruba da polis müdahale etti. TOMA'nın önüne geçip polise tepki gösteren gruba polis gaz bombası yağdırdı. Ara ara durum sakinleşiyor. Polis de göstericiler de dinleniyor. Ardından müdahale yeniden başlıyordu. Çok yaralı vardı hem de çok. Yaralananlar ambulanslarla, battaniyelerle elde taşınarak hastaneye yetiştiriliyordu. Gezi Parkı girişindeki çevik kuvvet sayısı neredeyse 3 katına çıkmıştı. Galatasaray'a doğru ilerlediğimde çatışmaların burada çok yoğunlaştığını gördüm. Hava aydınlanınca caddenin hali de ortaya çıkmıştı.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Vatan haini!..
Tam Galatasaray Lisesi önündeydim. Polisin gazı bitmişti. Üzerinde hiçbir yazı olmayan beyaz renkli kapalı kasa, bir kamyon geldi. İçinden 3 kişi indi. Polisler kamyonun kasasının açık kapısına üşüştüler hemen. Kutu kutu, koli koli gaz indiriliyordu kamyondan. 5'er kiloluk boya kutuları gibi plastik, yuvarlak kutuların kapakları açılıyor içindekiler polislere dağıtılıyordu. Makinemi kaldırdım tam deklanşöre basacaktım ki karşıda kalkanıyla 2 polis dikildi. Bana dokunmuyorlardı ama kalkanlarıyla perdeleme yapıyorlardı. Sonra omzunda tek yıldız olan bir polis geldi.
"Neyi çekiyorsun? Bizi mi? Vatan haini misin sen?"
Cümle aynen buydu, "Vatan haini misin sen?" Sonra da telsizini sallayarak indir o makineyi dedi. O sırada kamyon çoktan yükünü boşaltıp ayrılmıştı meydandan. Sinirlerim bozuldu. Mesleğimi yapmam engelleniyordu. Bir şey yapamıyodum. Karşılık veremiyordum. Vermek de istemiyordum aslında. Bu dil dil değildi. Sorunun çözümüne değil büyümesine yol açardı. Gazeteciydim ve öyle de kalacaktım. "Neden engel oluyorsunuz. Ben gazeteciyim" dedim. Aldığım yanıt günlerdir duyduğumdan farklı değildi;
"Ya yürü git. Hadi, uzaklaş buradan."
Bir de azar işitmiştim. Tünel'e doğru yürürken Nazım Hikmet'in şiiri gelmişti aklıma. Babam öğretmişti bana bu şiiri. Onu söylemeye başlamıştım.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
İnsanlar dönüp bakıyorlardı. Kafasının üstüne taktığı gaz maskesi, boynunda fotoğraf makinesi, ayağında kirden, tozdan, yediği gazdan leş gibi olmuş kot pantolon. Buruş buruş ve ilaçlı suyun kurumasıyla lekeler içinde kalmış tişörtüyle tam bir, "Çapulcuydum" artık. Ve "vatan haini" ilan edilmiştim az önce...
Dönmüş bu yaftayı boynuma takmaya kalkan polise doğru bağırıyordum;
"Hadi gel de al. Ben vatan hainiyim. vatan hainliğine devam ediyorum..."
Birisi koluma girdi arkadan. Hah tamamdı. Sıra bana gelmişti işte.
"Gel buraya oğlum. Manyak mısın sen?"
Arkamı döndüğümde serbest fotoğrafçı bir arkadaşımdı. Beni bir sokağa soktu. Sonrada çapraz başka bir sokağa. Bir sigara verdi. Sakinleşmiştim. Kahvaltı yapmak için bir mekana oturduk. Televizyonda haberler vardı. Başbakan Erdoğan konuşuyordu.
"Ben istersem 1 milyon insan toplarım" ve "Oraya dediğimiz projeyi yapacağız" diyordu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Paylaşabilirsiniz;
Tweet