GEZİ GÜNLÜKLERİ
Gezi Parkı gelişmelerini ilk günden itibaren neredeyse saat saat izledim. Günlerce, haftalarca, bazen eve bile gitmeden olayları gözlemledim. Hergün düzenli günlük tuttum. Ayrıca tüm demeçler, açıklamalar, talimatlar ve emirleri de arşivledim. Tümü gün ve saat sırasına göre yer alıyor bu yazı dizisinde. Bu yazı serisinde okuyacaklarınız günlüklerin ham halidir. Bu günlüklerin düzenlenmesinden ortaya çıkan Bu Daha Başlangıç kitabı da Kırmızı Kedi Yayınevi'nden yayınlandı.
31 Mayıs 2013 Cuma
Televizyonda yayın için tüm hazırlıkları bitirdik. Uykusuz değildim ama bacak ve kol kaslarım ağrıyordu. Fotoğraf makinesi, objektifler, gaz maskesi yormuştu beni demek ki. Koştururken anlamıyordu insan. Sabah yine 3 G canlı bağlantıyla açacaktık bülteni, Taksim'den. Ama artık şafak baskınlarını biz de eylemciler de öğrenmişti. Sakal tıraşı olmaya daha erken inecektim. Çocukları tembihledim.
"Polis operasyon yapabilir. Gözünüz kulağınız ajanslarda olsun."
Demez olaydım. Anlamıştım artık polis benim tıraş olmak için alt kata inmemi bekliyordu. Sabah saat 05.30 sıralarında polis yine parka müdahale etti. Bu 3. Şafak baskınıydı. Ancak bu kez müdahale her zamankinden çok ama çok daha sertti. Çadırlar yakıldı, gaz bombaları atıldı. Eylemciler dövülerek uzaklaştırıldı. Sadece gaz bombası değil fiziki şiddet de vardı görüntülerde. Yaralananlar, kanlar içinde kalanlar, üzerlerine basılıp geçilenler. Coplarla dövülerek yerlerde sürüklenenler. Sırttaki tüplerden püskürtülen kimyasal maddeler. Ama bu seferki fark açıkça görülüyordu. Polisin boşalttığı alanı siviller dolduruyor, çadırları toplayıp yakıyorlar, içlerindeki eşyaları alıyorlardı. Ve oraya da polis yerleşiyordu.
Milletin canına tak etmişti. Parktan sürülenler bu kez çevresine dağılıp polise karşılık vermeye başladı. Taksim ve çevresinde çıkan olaylar Harbiye Cumhuriyet Caddesi'ne sıçradı. Polis ekipleri gruba gaz bombası ve tazyikli suyla müdahale etti. Cumhuriyet Caddesi savaş alanını andırırken polise bir süre direnen göstericiler daha sonra cadde ortasında halay çekmeye başlamıştı. "Allah'ım aklıma mukayyet ol" dedim görüntüleri izlerken. Ancak polis bir süre sonra gaz bombasıyla gruba tekrar müdahale etti. Grup üyeleri kaçarak uzaklaşmaya çalıştı. Yere düşenler, suya direnenler, bulduğu ve eline geçen her şeyi panzerlere atanlar ve yine gaz, yine su.
Gümüşsuyu, İstiklal Caddesi, Taşkışla tarafında da irili ufaklı çatışmalar yaşandı. Ancak eylemciler hemen ardından Divan Otel’in önünde toplandılar. Polis tüm parkı boşaltmıştı. Onlarca kamyonla bariyer getirilmişti. Bu kez kararlıydı İstanbul yönetimi. 3. Şafak Baskını'nda parkı tamamen boşaltıp bariyerlerle kuşatacaklardı.
Basın dahil kimse parka yaklaştırılmadı. Gezi Parkı çepeçevre bariyerle sarıldı. Taksim’de inşaat alanı zaten suntalarla çevrili. Ne Harbiye ne de diğer yönlerden parka giriş yoktu. Yani vatandaşa ve eylemcilere giriş izini yoktu. Polis şüphelendiği tiplere kimlik soruyor, otobüslere dayayıp üst araması yapıyordu.
Her yerde TOMA ve çevik kuvvet vardı. Taksim’e belediye otobüsleriyle yüzlerce polis getirilmiş. Akrep adlı polis araçları alana giren tüm köşelere yerleştirilmişti. İlk gelen görüntüleri hazırladım ve yayına 3G canlı bağlantıyla çıktık. Haberleri verdik, gazeteler, köşe yazıları Yılmaz Tunca tarafından okundu. Süremiz bitmişti. Saat 9'u biraz geçiyordu. Yılmaz Tunca programı kapatırken herkese sağduyu ve provokasyona gelmeme çağrısı yaptı.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
"Korna Çal..."
Yayın bitiminde Gezi Parkı'na gittiğimizde kamyonlar dolusu getirilen seyyar bariyerlerle Gezi Parkı çevrelenmiş ve sivil vatandaşa da basın mensubuna da kapatılmıştı.
"Bu iş bitti..."
Omuzlarında sarı renkli iplerle örülmüş birer yıldız bulunan polis müdürü böyle söylüyordu, "Bu iş bitti..." Sonra devam etti;
"Parka kimseyi sokmayın. Emir gelene kadar konumunuzu koruyacaksınız."
Uzaklaşıp, AKM'nin yıkıntısının önünden İTÜ Taşkışla'ya doğru indim. Yolda çevik kuvvet polisleri dağınık düzen bekliyor. Kimi yere oturmuş, kimileri ayakta, kimileri de parkın alt girişindeki merdivenlerde çömelmiş. Ceylan Otel'in köşesinden sola kıvrılınca kalabalığı gördüm.
Divan Otel'in önüne yığılmıştı insanlar. Divan Otel'le Hyatt Otel arasındaki boşluk ta eylemcilerle dolmuştu. Divan Otel'in hemen önünde 50 kadar çevik kuvvet polisi vardı. Gezi Parkı'nda gece eylemcilerin çadırlarının bulunduğu alanda da yan yana dizilmiş polisler olan biteni izliyordu. Harbiye kavşağının olduğu noktada 1 TOMA bekliyordu. Ceylan Otel, İTÜ Taşkışla arasındaki kavşağın 3 noktasında da 10-15 kişilik çevik kuvvet polis grupları yerlere oturmuş, duvarlara yaslanmış şekilde bekliyordu.
Sloganlar atılıyor, eylemciler ellerindeki, "Korna Çal", "Sessiz kalma" yazılı dövizleri araçlara gösteriyorlardı. Neredeyse tüm araçlar da korna çalarak eylemcilere destek oluyordu. Mehmet Ali Alabora geldi bir ara. Selamlaştık, öpüştük. Hal hatır sorduk. Akordeonuyla gelmişti birisi. Hem çalıyor hem de önündeki polislere karanfiller veriyordu. Bir kaç bayan çevik kuvvet polislerine, "Neden müdahale ettiniz" gibi bir şeyler söylüyordu. Ahmet Şık'la karşılaştık. Cumhuriyet Gazetesi'nde birlikte çalışmıştık. Selamlaştık. Divan Otel'in girişinde yaşları 50-60 arası 3-4 bayan polislere bağırıyordu;
"Şiddet uygulamayın. Gaz sıkmayın Yeter artık..."
Tam o sırada bir hareketlenme oldu. CHP'li Gürsel Tekin beraberinde 3-5 kişiyle gelmişti. Yürüyerek Divan Otel'in önünden geçti. Ceylan Otel'in hemen yanından girip Gezi Parkı'na doğru çıkmaya başladı. Kalabalık da arkasına takılmıştı. Biz de arkalarından tırmanırken ardı ardına patlama sesleri duyuldu. Ortalık beyaza bürünmüştü. İnsanlar panikle geriye doğru koşuyordu. Yere düşenler, yuvarlananlar ve ardı ardına üzerimize yağan gaz bombası kapsülleri... Tek çıkış vardı. Divan Otel'in hemen karşısına park edilmiş, dorsesi açık tırın arasındaki, bir kişinin bile sürtünerek geçebileceği daracık koridor...
Üstümüze insan ve gaz kapsülü yağarken fotoğraf makinesini otomatik moda alıp rastgele deklanşöre basmaya başladım. Yanımda gaz maskem yoktu. Kaçacak yer arıyor bir yandan da soluk almaya ve sol kolumla yanan gözlerimi korumaya çalışıyordum. Yüzüm Gezi Parkı'na dönüktü. Sağa gitsem parkın önündeki tünele düşeceğim, sola gitsem bariyerlerin altında ezileceğim.
Geriye dönsem kafama gelecek bir gaz kapsülüne kurban gideceğimden korkuyorum. Evet gerçekten korkuyordum. Gazın ardı arkası kesilmiyordu. Gezi parkından üstümüze kapsül yağıyordu. İri kıyım birisi hızla bana çarptı ve yere düştü sanıyorum.
Nefes alamıyordum artık. Ciğerlerim yırtılacak gibi oluyordu. Ceylan Otel tarafına kaçmalıydım. Çünkü önümde park etmiş tırın arasına insanlar sıkışmış birbirini iterek çıkmaya çalışıyordu. Sağa yöneldim. Tam dibimde bir gaz bombası kapsülü patladı. Boğuluyorum. Başım döndü, gözüm karardı. Öleceğimi hissettim. Ya ezilerek, ya gaz kapsülüyle ya da oksijensizlikten gidecektim. Panik başladı. Tüm vücudum titriyordu.
Sağa doğru hamle yaptım. Önümdeki çiti aşarsam İTÜ binasına doğru kaçabilirdim. Tek derdim nefes almaktı. Kafamı kaldırdım, karşıdan Ceylan Otel'in tam girişinden 15-20 kişilik bir çevik kuvvet ekibi parka doğru koşuyordu. Arkamdan birisi itti. Ardından sol ayak bileğime basıldı. Yüzüm ve kollarım terledikçe alev alev yanıyordu. Kusmak istediğimi hatırlıyorum.
Yaşadığım sürece unutmayacağım o iğrenç koku burun deliklerimi yaka yaka içime akıyordu. Sol elimi tıra yasladım ayağa kalktım. Arkamı kolluyordum. Çevrem gaz bombalarından yayılan gazdan tamamen griydi. Soluk almak istedikce gaz doluyordu içime. Çıkmalıydım buradan. Ama nasıl?
Bağırış, haykırış, slogan, kapsüllerin patlama sesleri birbirine karışmıştı. Bir anda tırın dorsesinin arasındaki boşluğa attım kendimi. Var gücümle koşuyordum. Hyatt Otel'in yan kapısından içeri daldım. Soluk soluğaydım. Ciğerlerimdeki tüm bronşlardan gaz püskürtüyorum adeta. Önce düz, sonra sola koştum. Otel görevlileri de şaşkındı. Tam bir panik havası vardı içeride. Otomatik kapı her açıldığında gaz doluyordu koridora. Birisi su uzattı, dilimlenmiş limon tutuşturdu elime. Yüzümü yıkadım. Duvarın dibine çöktüm. Limonu cildime sürdükçe rahatladığımı hissettim. Yanma etkisi azalıyordu. Ya da bana öyle geliyordu. Nefesim de düzelmeye başlamıştı. Fotoğraf makinemi kontrol ettim. Yerde otururken bir kaç kere rastgele deklanşöre bastım.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Yaralılar var
Toparlandım ayağa kalktım. Kapıya yöneldim. Gazdan dolayı kapatmışlardı. Güpe gündüz dışarısı sise boğulmuş gibi kirli beyazdı. Otel görevlisine, "Aç" dedim. "Yapma" dedi... "Aç" dedim. Bağırıyordum avaz avaz. Açtı... Dışarı fırladım. Sağa doğru Divan Otel yönüne koşarken ardı ardına patlama sesleri geldi. Gaz bombası yağıyordu Gezi Parkı'ndan.
Gürsel Tekin ve beraberindekiler yukarıda kalmıştı. Gaz maskesi takarak korunmaya çalıştı, dakikalarca kendisinin olduğu yere sıkılan tazyikli suya ve atılan gaz bombalarına rağmen oturduğu yerden kalkmadı. Daha sonra yerinden kalkan Tekin, su sıkan TOMA aracına doğru yürüyerek tepki gösterdi.
Telefonu çalıyordu gazdan ve sudan perişan olmuş CHP Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili Gürsel Tekin'in. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'ydu arayan.
"Sayın Genel Başkanım her 15 dakikada bir inanılmaz şekilde biber gazıyla tazyikli suyla müdahale ediyorlar. Burada bir zulüm yaşanıyor. Adeta düşman askerleri gibiler. Ben sizden yardım istiyorum. Efendim bu şehrin valisi de yok, emniyet müdürü de yok. Muhatabımız yok."
Tekin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, "Sayın Genel Başkanımız gelecek. Sayın genel başkanımıza da gaz sıksınlar. Şimdi bunu yayınlayın önlem alsınlar. Bomba mı getiriyorlar ne getiriyorlarsa getirsinler. Buradan ancak cesedimizi çıkarırlar" dedi.
Gürsel Tekin, gazetecilerin "Genel Başkan bu akşam mı gelecek?" şeklindeki sorusuna "Tabii ki bu akşam gelecek'' diye yanıt verdi. Polis göstericileri gözaltına almaya başladı. Göz altıları engellemek isteyen CHP İstanbul İl Başkanı Oğuz Kaan Satıcı da atılan gaz bombaları sonucu zor anlar yaşadı.
Ben koşarak Harbiye kavşağına yöneldim. Tam Divan Otel'in köşesinde TOMA'nın önünde bir genç yere çökmüş sıkılan suya direniyordu. Sırtında tüp asılı bir polis yanaştı. Elindeki hortumdan turuncu renkli bir sıvı püskürtmeye başladı. Yerdeki gencin önce ağzından kan geldi. Sonra dizlerinin üstüne kapaklandı
Divan Otel'in Harbiye yönüne bakan cephesindeki kapısından yaralı ya da baygın bir kadın çıkarttılar. Ardından bir erkeği taksiye bindirdiler. Kafasından yaralanmıştı. Ahmet Şık'a benzetmiştim ama emin değildim. Bir yandan fotoğraf çekiyor diğer yandan arkamı kolluyordum. Parkın üzerinden polis sürekli gaz bombası atıyordu. Ardından yüzü sakaldan seçilemeyen birisini getirdiler. Belli ki gözleri gazdan görmüyordu. Bir kadın koluna girmiş, "ambulans" diye bağırıyordu. Kenardan gelen çığlıklara döndüğümde bir kameraman arkadaş acı içinde kıvranıyordu. "Yandım Allah" diye bağırıyordu. 2 kişi koşarak geldi ve yüzüne limon sıktılar. Kameraman arkadaş daha da yüksek sesle bağırmaya başladı bu kez.
Geri döndüm. Divan Otel'in önünde yaklaşık 50 kişilik bir çevik kuvvet bekliyor, kadınlar polislere bağırıyordu.
"Faşistler... Hainler... Bunun hesabını vereceksiniz..."
Polisler tek bir yanıt vermeden öylece bekliyordu. Şaşırdım. İnsanlar kaçmak, dağılmak yerine geri geliyorlardı. Ambulans sesleri, patlama sesleri, gaz, slogan, ıslık ve "yuuuh" haykırışları arasında gazın etkisini atan kim varsa geri dönmüştü. Polis bir kaç metre geri çekildi. Çevik kuvvetin başındaki iri kıyım amir yüksek sesle emir verdi;
"Sakin... Tahriklere kapılmayın. 20 metre geri gel."
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Cuma Namazı sonrası...
Polisler Divan Otel'in ünündeki şaha kalkmış geyik heykelinin yanına kadar geri geri yürüyerek çekildi. Kadınlar da bağırarak onları izliyordu. Filim başa sarılmıştı. Sağlam kalan eylemciler hiç bir şey olmamış gibi her şeye yeniden başlamışlardı. Araçlara döviz kaldırıp korna çalmalarını istiyor, kimi beraberinde getirdiği düdüğü öttürüyor, kimi dönmüş Gezi Parkı'nda bekleyen polislere bağırıyordu. Kalabalık yeniden toplanmıştı. Hatta akordeon çalan o bıyıklı adam yeniden çıkmıştı ortaya. Tam da polisin dibinde çalmaya, söylemeye devam ediyordu.
Ceylan Oteli'nin önüne kadar yürüdüm. Girişinde bir bank bulup oturdum. Bir otel görevlisi su verdi. Tam içerken patlama sesiyle şişe elimden düşüyordu. Dalmışım. Arkama döndüğümde üniversitenin giriş basamaklarında yüzleri bandanalı gençler polise taş atıyordu. Tam Ceylan Otel, Hyatt Otel, Dolmabahçe inişi arasındaki kavşaktayız. Polisler ardı ardına 2 gaz bombası attı tüfekten. Slogan atan gençler okulun içine kaçtı. 5 dakika sonra yine çıktılar. Yine sloganlar ve taş... Ve yine gaz...
O sırada Ahmet Şık'ın başından vurulduğu haberi geldi. Kim söyledi anımsamıyorum ama gazeteciydi. "Şişli Etfal'e kaldırmışlar. Durumu ağır" dedi, koşarak yanımdan geçerken. Taksim'e doğru çıkarken AKM'nin önündeki çevik kuvvet sayısının nerdeyse 2 katına çıktığını gördüm. Yolun girişine yanlamasına bir belediye otobüsü park etmişti. Parkın kenarlarında oturan karakol kıyafetli polisler gelen emirle ayağa kalktılar. Bariyerin dışında olan içindekine sesleniyordu;
"Kızıyorlar abi oturmayın. Kalkın bakın laf işitiyoruz. Kalkın ayakta bekleyin. Oturmayın."
O sırada Flash TV'den Eda Yalçın ve kameraman Erkan Başyiğit'le karşılaştık. Eda perişandı. Fena gaz solumuştu. Onlar da benim gibi gaz maskelerini almamışlardı yanlarına. Hepimiz gözleri zombi gibi kıpkırmızıydı.
Döndük Tasiim Meydanı'na çıktık. Anıtın hemen yanında 50 -60 kişilik bir grup yere oturmuş bekliyor. Sonra Sırrı Süreyya Önder geldi. Ardından alan dolmaya başladı. Sayı hemen hemen 200 - 300 kişiyi buluyordu. Oturma eylemi başlattılar. Sıcaktan nevrim dönmüştü. Meydanı görecek yüksekçe bir yer bakınırken Burger King'in terasının kısmen boş olduğunu gördüm. Bir kola alıp terasta her yeri görebileceğim bir noktaya yerleştim. Teleobjektifi takıp beklemeye başladım. Arkamdaki masada gençler kendi aralarında konuşuyordu. Konu Sırrı Süreyya Önder'di. Önder o sırada ayağa kalkmış çevresini inceliyordu. 2 kare fotoğrafını çektim.
"Kaç kez atmıştı kendisini kepcenin altına?.."
"Kaç kez oturdu bizimle çimenlerin üstüne di mi?"
"Baba yaaa... Nasıl da direndi polislere..."
"Empati yapıyor abi, empati..."
"Artist değil kızım o, diğerleri gibi..."
"Devrimci ruhunu satmamış, yoldaş..."
"Lan biz ne yediysek ona yediremedik. Önce tiksindi sandım ama mevzuuu bambaşkaymışşşş abiminn..."
"Yaa sorma, 'Benim imkanım var dışarıda yerim. Sizin kısıtlı stokunuzu tüketmeyeyim' dedi. Kal geldi aaabiii banaaa..."
Belli ki Gezi Parkı'nda eylem yapan gruptandı arka masadakiler. Sırrı Süreyya Önder, Yılmaz Tunca'nın sabah daha bu olaylar başlamadan kepçenin önüne atladığı gün söylediği gibi;
"Gezi'nin kahramanıydı."
Kimilerine göre, "Kahraman", kimilerine göre "samimi" ve" içten" kimilerine göre "deli" kimilerine göre de "önder bir devrimciydi." Şov yaptığını söyleyenler yok muydu? Vardı tabii ki. Bir kaç kişiden bunu da duymuştuk. Nedenini sorduk, "Devletten vekil maaşı almıyor mu? Düzenin adamı işte..." diyen de oldu, "Sektel kardeşim o adam, sektel..." yanıtını verip yanımızdan uzaklaşanlar da... Üzerinde Atatürk resmi bulunan Türk Bayrağı'nı omuzlarından bağlamış, bayrak sopasını baston yapmış bir teyze, "İmralı'dakiyle görüşen kereta değil mi o?" dedi kızgın kızgın.
Gezi Parkı'nın girişine yakın bir noktada 20'li yaşlarda 2 gençle sohbet ederken biri, "Eski solcu" demişti kinayeli bir ifadeyle. Arkasında duran 60'lı yaşlarda pos bıyıklı bir amca omzuna dokunup o genci uyarmıştı;
"Eski solcu yoktur. Eskimiş solcu vardır delikanlı..."
Gazın, baskının altında pişen insanlar söylemlere değil eylemlere bakar olmuştu. Sırrı Süreyya Önder'in kıyaslanması da bundandı yani.
31 Mayıs 2013 Cuma öğlen saati.
Taksim'de minaresi tenekeden olduğu için beni her zaman şaşırtan o caminin cemaati yine sokağa taşıp, taşların üzerinde kılacaktı namazını. Meydan adeta polis kaynıyordu. İstiklal Caddesi'nden Taksim'e girişte bir panzer vardı. Arkasında daha geride, Fransız konsolosluğu önünde bir tane daha. Panzerlerin önünde ve yanında 50'den fazla çevik kuvvet polisi. Sıraselvilerin hemen girişinde eski Maksim Gazinosu'nun önünde de 20-30 kişilik bir çevik kuvvet polisi bekliyordu. Tarlabaşı Bulvarı'nın girişinden Taksim Meydanı'ndaki çiçekçilere kadar uzanan bölümde de polisler ve panzer vardı.
Meydandaki oturma eylemi yapan kalabalığın sayısı biraz daha artmıştı. Tam o sırada öğlen ezanı okunmaya başladı. Ardından namaz. Çevik kuvvet polisleri sık sık İstiklal'in girişine gelip, Fransız Konsolosluğu'nun yan sokağında secdeye duran cemaate bakıyordu. Cemaat tam secdeye yatmıştı ki yanımdaki Hürriyet Gazetesi foto muhabiri arkadaş yerinden fırladı maskesini taktı.
"Girecekler. Hazır olun. Namazın bitmesini beklemeyecekler."
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Namaz yarım kaldı
Polisten önce tazyikli suyla müdahale geldi. Meydanda toplanmış yere oturmuş aralarında ve tam da ortalarında BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder varken gruba en yakın olan TOMA'dan su sıkılmaya başlandı. Ardından gaz bombaları atıldı. Cuma namazı daha yeni başlamıştı. Gaz bombaları patladığında, insanlar meydanda eylemde, 100 metre ileride de secdedeydi.
Kalabalık bir anda hareketlendi. İnsanların doğrudan üzerine o kadar çok gaz bombası atılmıştı ki, göz gözü görmüyordu. Polis adeta gazdan bir perde çekmişti meydana arkasında neler olduğunu seçemiyorduk.
Bulunduğumuz yerde gençler de vardı. Bir anda terasın kenarlarındaki metallere vurarak, "yuhh", "faşistler" diye bağırmaya başladılar. İşletmenin görevlileri koştu engellemeye çalıştılar gençleri ama ne mümkün. Arkama dönünce anladım personelin neden gençlere engel olmaya çalıştığını. Tam çaprazda, eski Maksim Gazinosu önündeki çevik kuvvet polisleri bulunduğumuz terasa bakıyordu. Tüfekler kırılmış, gaz kapsülleri sürülüyordu. Ancak metallere vuruldukça çıkan ses daha da arttı. Gaz bombalarının çokluğuna paralel tepkiler çığ gibi büyüdü.
Aklım kadrajda, dolayısıyla namaz kılanlardaydı. Sol tarafa koşup caminin sokağına baktığımda secdeye yatmış cemaatin panikle, şaşkınlıkla yüzlerini kapatmaya çalıştıklarına tanık oldum. Dua için göğe yükselen sonra da yüze sürülen avuçlar şimdi gazdan korunmak için gözlere kapatılmıştı. Cemaatin önünde safa duranlar polisle tartışmaya başladı. Çoğu çevredeki esnaftandı. Canlarından bezmişlerdi günlerdir. Özellikle arap turistler kaçmış, normal müşteri gelmez olmuş hatta dükkanları zarar görmüştü. Çoğu dolar üzerinden kira ödüyordu. Çalışanlara bu cuma haftalıklar cepten denkleştirilerek ödenecekti. Üstüne belki de tüm bunlar son bulsun diye dua etmek üzere safa durup yaradana sığındıkları anda atılan gazlardan nasiplerini almışlardı.
2 dakika içinde ne cemaat kaldı ne de Taksim Meydanı'ndaki 200 - 300 kişi. Tamı tamına 2 dakika... Meydanın bize göre tam karşısından, Tarlabaşı bulvarının giriş noktasından patlama sesleri geliyordu. İnşaat alanını çevreleyen suntalarla kapatılmış alanın arkasından da yoğun gaz bulutu ve sloganlar yükseliyordu. Gezi Parkı merdivenlerine doğru olan yöne baktığımda Atatürk Anıtı'nın gazın içinde yok olduğunu gördüm.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 01 Haziran 2013
Paylaşabilirsiniz;
Tweet