GEZİ GÜNLÜKLERİ
Gezi Parkı gelişmelerini ilk günden itibaren neredeyse saat saat izledim. Günlerce, haftalarca, bazen eve bile gitmeden olayları gözlemledim. Hergün düzenli günlük tuttum. Ayrıca tüm demeçler, açıklamalar, talimatlar ve emirleri de arşivledim. Tümü gün ve saat sırasına göre yer alıyor bu yazı dizisinde. Bu yazı serisinde okuyacaklarınız günlüklerin ham halidir. Bu günlüklerin düzenlenmesinden ortaya çıkan Bu Daha Başlangıç kitabı da Kırmızı Kedi Yayınevi'nden yayınlandı.
Gezi nasıl boşaltıldı?
15 Haziran 2013 – Cumartesi… Eylemlerin 20. Günü
1- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’nın Sincan ilçesinde dün düzenlenen “Milli İrade'ye Saygı” mitinginde “Taksim Meydanı boşaldı, boşaldı; yoksa güvenlik güçlerimiz orayı boşaltmasını bilir” demişti.
2- Vali Hüseyin Avni Mutlu gece sabaha kadar eylemcilerle görüşmüş, “Pazar sabahı birlikte kahvaltı yaparız parkta” demişti.
3- Taksim Dayanışması bileşenleri tarafından alınan ortak karara göre direnişin sadece Taksim Dayanışması çadırında sürdürüleceği, park ve çevresindeki diğer çadırların, flamaların ve bayrakların indirileceği belirtildi.
4- Saat 16:00’ya gelindiğinde bazı afişler indirildi. Birkaç çadır söküldü. Ayrıca Gez Parkı’ndan meydana açılan bölgedeki barikatların bir kısmı temizlendi.
5- Saat 17:00… Polis anonslara başladı. Parkın boşaltılmasını aksi takdirde müdahalenin başlayacağını duyuruyordu.
6- Saat 20:30. Parkın alt tarafında Ceylan Otel’e yakın noktada bir yandan polisin yaptığı anonsları dinliyor bir yandan da parka bakıyordum. İnanılmaz bir uğultu vardı parkta. Her yandan sloganlar atılıyordu. Taksim’den patlama sesleri yükseliyordu. Gaz da geliyordu ama uzaktan. Koşarak gelenler İstiklal caddesi girişinde polisin göstericilere gaz bombası attığı ve Taksim’e girmelerine engel olduğunu, çatışmaların sürdüğünü söylüyordu.
7- Saat 20:35. Çok sayıda çocuklu aile var. Eylemciler onlara gitmelerini söyledi. Toplanıp çıkmaya hazırlanıyorlardı parktan. Çıkanlar da oldu. Slogan ve koşturanların arasından yavaş yavaş yukarı doğru yürüyordum. Hemen herkes maskesini takmış, operasyon olur mu, olmaz mı konusunu konuşuyor, hazırlık yapıyordu olası bir baskına karşı. Oysa polis açık açık söylüyordu;
“Çıkın yoksa geliyoruz.”
8- Saat 20:40… Parkın girişine kadar yaklaştım. Polisler yan yana dizilmiş, kalkanları önlerinde bekliyor. 2 TOMA çapraz şekilde yaklaşmıştı ve yönlerini parka çevirmişti. Önde 5 ya da 6 tane omuzlarındaki tüplerden gaz püskürten polis vardı. Hemen arkasında gaz bombası atan tüfekleriyle zetçiler. Daha arkada 50 ya da 60 tane çevik kuvvet polisi. Merdivenlerin yanlarında da sivil polisler bekliyordu. 2 tanede ambulans gördüm. Daha uzakta da 1 kamyon. Polislerin tamamı, siviller dahil gaz maskelerini takmıştı. İstiklal caddesinin girişinde gaz bombaları patlıyordu. Polislerden bazıları alanda kalan afişleri zıplaya zıplaya yakalayıp indiriyordu. AKM’ye 2 Türk Bayrağı ile ortasına Atatürk posteri asılmıştı.
Merdivenler ile sol ve sağ taraf eylemci doluydu. Anıtın çevresinden kaçanlar Harbiye ve Talimhane arasından taş ve slogan atıyordu. Hava henüz kararmamıştı. Merdivenlerim sağında, ortada kocaman bir afiş vardı. “Bize gücün yetmez” diye yazıyordu üzerinde. Taksim’de 4 bir yanda müdahale vardı. Panzerler ve polisler de yavaş yavaş Geziye çıkan merdivenlere yaklaşıyordu. Yanımda benim gibi olanları izleyen serbest fotoğrafçılık yapan arkadaşıma, “Müdahale geliyor. Dikkat et kendine” dedim. Güldü ve “girsinler biz de olanları çekeriz” dedi. Zaten çekiyorduk olanları.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013
9- Saat 20:50 Gezi Parkı’na müdahale başladı. Panzerler parkın merdivenlerinde bekleyenlerin üzerine su sıkmaya başladı. İnsanlar sağa, sola ve parkın içine kaçıyordu. Polisin anonsları, siren sesleri, sloganlar vardı. Otobüs duraklarının arkasındaki koridordan bir TOMA su sıka sıka olduğumuz noktaya geliyordu. Antikapitalist Müslüman grubunun olduğu yerdeki paravanı siper etmiş eylemcilere turuncu renkli basınçlı su sıkılıyordu. Eylemcilerden birisi yere düştü. Kalkamıyordu. Panzer doğrudan ona yöneldi ve ardı ardına su sıkmaya başladı. Diğer eylemciler çocuğun durumunu görmüş üzerinde, “Müslümanlığından Utan” yazılı metal paravanı çekerek siper yapmışlardı. 40 kişi kadar çevik kuvvet polisi merdivenlere doğru koşmaya başladı. Parkın yan tarafından gelen bir grup eylemci havai fişek ve taş atmaya başladı aşağıya. Bunun üzerine gaz bombası yağmaya başladı parkın üzerine. İnsanlar içeri kaçıyordu. Biz parkın içinde bir grup gazeteci de dışında olayları görüntülemeye çalışıyorduk bu kargaşada.
10 - Saat 20:55. Yanda toprak kısımdan atlayıp caddeye inenler Harbiye ve Tarlabaşı yönlerine koşuyordu. Ve polis koşarak, bomba ata ata merdivenleri tırmandı. İlk olarak solda,”Apocular”, “PKK” yazılı afişlerin bulunduğu bölüme daldı polis. Ardından hızla içerileri girdiler. Dört bir yandan gaz bombası atıp su sıkıyorlardı. Kaçabilenler şantiye bölümüne atlıyor yola çıkıyor orada da gaz ve suyla karşılanıyordu. Konteynerlerin arası da beyaza bürünmüştü. TOMA’lar daha fazla ilerleyemiyordu o anda 2 akrep girdi araya ve hızla parkın içine daldı.
11- Saat 21:00. Çevik kuvvet parka girmişti. Eylemciler de yunus heykelli havuza yakın bir noktada tam karşılarında duruyordu. “Polis dışarı” sloganları başladı. Polisler durmuş, eylemciler yanlarına kadar gelmiş ve parktan polisin çıkmasını istiyordu. Aşağıya doğru koşmaya başladım. Parkın Divan Otel yönünü de görmek istiyordum. Tam, “Çapul Bostan”a yaklaşmıştım ki, gaz bombalarının dibimize düştüğünü gördüm. Kaç dakika sürmüştü? En fazla 5 dakika, parka tamamen girmişti çevik kuvvet. Divan Otel gözükmüyordu gazdan. Abartmıyorum. Girişi ve neredeyse ilk 3 katı gazın içinde kaybolmuştu.
12- Saat 21:15... Gaz bombaları birden bire kesildi. Arkama döndüm, parkta sadece polis, alev ve duman vardı. Ama parkın çıkışlarında tekme tokta, yumruk, kavga başladı. Bazı eylemciler göğüs göğse direniyordu. Ama copu yiyen düşüyor, kalkmaya çalışırken arkadaki polisin tekmeleriyle bir daha düşüyordu. Çığlıklar, patlama sesleri, sloganlar… Gaz bombaları tekrar atılmaya başşladı. Kaçabilen kaçtı, kaçamayan yerlerde sürüklenerek gözaltına alındı. Divan Otel'in önünde tam bir savaş görüntüsü vardı. Ben de merdivenlere yöneldim ama 2 polis coplarını kaldırmış üstüme doğru koşuyordu. Tam tersine Ceylan Otel yönüne döndüm. Gücüm yettiğince koşuyordum.
“Gel lan buraya... O... Çocuğu..."”
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013
Aç bacaklarını, bakayım!..
Arkamdan küfür yağıyordu. Bana mı yoksa başka kaçanlara mı bilmiyorum. Tam bir panik ve kargaşa vardı. Kendimi hızla Ceylan Otel’in girişine attım. Bu arada gaz bombalarından göz gözü görmez, nefes alınamaz olmuştu yine. İTÜ yönünden de taş atılıyordu polislere doğru. Tam Ceylan Otel’in köşesinden yukarı dönerken üstüme doğru koşarak gelen 10 -15 kişilik çevik kuvvet polisiyle karşılaştım. İlk gelen polis kalkanıyla öyle bir çarptı ki, sağda çimenlerin içine yuvarlandım. Toparlandım. Başımın sağ tarafında inanılmaz bir sancı vardı. Sanki içeri tornavida sokuyorlardı. Çimenlere oturdum. Darma duman olmuştum. Makinem boynumda çantam sırtımdaydı ama aklım objektiflerdeydi.
Onlara bir şey olmuş muydu? Başımın ağrıyan yerine elimi bastırırken solumdan gelen ağlama ya da inleme sesine döndüm. En fazla 20 yaşlarında bir kız çocuğunun dudağının kenarından kan akıyordu. O sırada üzerlerinde polis yazan yelekli sivil 4 adam geldi koşarak. Hep bir ağızdan bağırıyorlardı.
“Yat yere, yat. Kıpırdama. Ellerini uzat. Aç bacaklarını bakayım...”
Yüzükoyun uzanmıştık çimenlere. Baktım kız yalnız değil. 3 genç daha var az ilerimizde. Kız bağırıyordu; “Faşizme geçit yok.” Oğlanlardan, “tıs” yok. Öylece, sessizce kuzu kuzu yatıyorlardı yerde. Kız daha çok bağırınca tepesine çöktüler. Polisin biri ayaklarıyla vurarak zaten açık olan bacaklarımı iyice sağa sola germemi sağladı.
“Gazeteciyim…”
“Konuşma. Sus. Ellerini ensene koy...”
Elleriyle yoklaya yoklaya üstüm arandı. Bir yer hariç nerem varsa dokunmuşlardı. “Ayağa kalk, ellerini ensene koy” dedi biri yine. O sırada fotoğraf makinemi görmüştü.
”Gazeteci misin?”
“Evet gazeteciyim”
“Kimliğini ver”
“Ben gazeteciyim.”
“Ben de makinistim. Kimliğini ver da anlayalım ne olduğunu.”
Elimi indirip kot pantolonumun arka cebinden cüzdanımı çıkarttım. Ve arkaya doğru uzattım.
“Çıkartsana lan kimliğini, Uşağın mıyım ben senin?”
“Tamam. Peki. Sakin ol.”
“Cevap verme”
Adam öyle bağırıyor ki sanırsın Hitler belgeselinin başrol oyuncusu. Akıllanmıştım artık tövbe billâh, “Gazeteciyim” demeyecektim. Neme lazım. Nüfus cüzdanımı uzattım. Yine kızmıştı yüzünü hiç göremediğim cengâver.
“Hani lan gazeteciydin? Nerede basın kartın?”
Hey babalar… Gazeteciyim derim suç, basın kartımı vermem suç. Yaka cebimden Flash TV kartımı çıkartıp uzattım. O sırada elleri arkadan kelepçelenen kız çocuğu sesini daha da yükseltti. Bir yandan da olduğu yerde debelenip polislere direniyordu.
“Faşizme geçit yok. Yuhh. Katiller…”
Oğlanlarda hala “tıs” yoktu. Benim Flash Tv kartını alan polis kızın bacağına bastı;
“Direnme kızım, bak. Canın daha çok acır.”
Ulen ne adi adamım. Gül gibi, temiz kalpli, yardımsever cengâvere haksızlık etmişim. Tekrar arkama geçti. Azıcık öne kaçtım, ne olur ne olmaz!
“Vayyy, Yalçın abi sen misin ya? Kusura bakma”
“Yoo estağfurullah. Ne kusuru?”
Arkama döndüm. Gençten bir oğlan. Göbekli, yamru yumru. Yer elması gibi bir şey.
“Abi söylesene baştan.”
Kafa atsam yazık olacak. Atmasam içimde kalacak. Kaç kez tekrarlamıştım gazeteci olduğumu oysa. Ama gazeteci olmam değil, realitici Yalçın Abi olmam bir kez daha kurtarmıştı beni.
“Söyleyemedim. Kusura bakma.”
“Ya abi, ne mütevzi adamsın. Buyur git. Dikkat et.”
Saat 23:00… Taksim’e çıktım. Bir TOMA’nın ışığında üstümü başımı silkeledim. AKM’nin önünde polislerin yanında makinemi, çantamı, objektifleri kontrol ettim. Hepsi sağlamdı. Bir tek, çantanın ön gözüne koyduğum cep telefonunun ağzı, burnu kaymıştı. Ve İstiklal’den süzüldüm ki süzülmez olaydım. Gece 3’e kadar çıkamadım bölgeden.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Taksim, Gezi Parkı 11 Haziran 2013
Yüzlerce yaralı
Gezi Parkı boşaltılmıştı. Aralarında çocukların da bulunduğu 53 ciddi, yüzlerce hafif yaralı, yüzlerce de gözaltı.
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik;
“Kusura bakmayın, bu devlet, halkının güvenliğini sağlamak zorunda"
Divan Otel’de gaza maruz kalan Alman siyasetçi Claudia Roth;
"Savaş gibiydi"
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu;
“Bu milleti kendi çıkarları için iç savaşa bile sürüklemekten çekinmeyeceği anlaşılan bir başbakanın, kanunsuz emirlerini uygulamak uluslararası normlara göre suçtur.”
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu;
“Gezi Parkı'yla ilgili yapmış olduğumuz bu çalışmanın fevkalade düzgün, sıkıntı olmaksızın, kısa sürede tamamlanmış olması memnuniyet oluşturmuştur.”
Aynı Vali Mutlu bir gece önce eylemcielrden bazılarıyla görüşmüş ve Gezi Parkı'nda kahvaltı sözü vermişti. Kahvaltı yerine bombalar geldi.
Paylaşabilirsiniz;
Tweet