İbrahim Günel röportajı
Doğan Holding… Ülkenin ordudan ve hükümetten sonra belki de en etkin erk odağı… 1979’da Milliyet gazetesini satın alarak basın alanında patronluğa ilk adımını atan Aydın Doğan[i] 1979 – 2006 sürecinde onlarca dergi, gazete, radyo ve televizyona sahip oldu. Türkiye’deki toplam reklam gelirlerinin iyimser tahminlere göre %40’ına[ii], daha gerçekçi tahminlere göreyse üçte ikisine[iii] hükmeden holding, uzun süre bankacılık alanında da yer aldı, fakat daha sonra bu alandan (Dışbank’ın Fortis grubuna satılmasıyla) çekildi
2005 itibarı ile Aydın Doğan dünyanın en büyük 1313. şirketi olan Doğan Holding ile en büyük 1503. şirketi olan Poaş’a sahipti[iv]. Nakliyecilikten basın imparatorluğuna uzanan bu yolların nasıl yüründüğüne ilişkin öyküler düzmek bu metnin sınırlarını aşacaktır. Diğer yandan, bu konuda sorumluluk üstlenecek kişilerin ne solcu(!) Emin Karaca’nın Karakutu Yayınları’ndan çıkan kitabında[v] yaptığı gibi, ne de solcu(!) Tuncay Akgün’ün 2003’te Yeni Harman’da yaptığı gibi[vi] fazlasıyla iyimser ve övgüler düzücü bir hayranlık duymaması; eleştirel ve bilimsel bir tutum takınmaları önkoşul olacaktır şüphesiz.
Bu yazının konusu, Aydın Doğan’ın yasalara aykırı olarak işten attırdığı bir basın emekçisi ile ilgili. Basın emekçilerini, gazetecileri “bir balon içerisinde toplu iğne” olarak gören bir işverenin, tekelleşmeye başlamanın da sağladığı özgüvenle, çalışanlarını sömürmesi garipsenecek bir tutum değil… Mahkemelerin çıldırtan yavaşlığı[vii] ve mahkeme ücretlerinin Aydın Doğan gibi ‘dev’lere karşı hakkını aramak isteyen örgütsüz emekçilerin boynunu bükedurmasının ne yazık ki garipsenesi olmayışı gibi… Devir artık Ertuğrul Özkök benzeri kalemlerin patronları için hükümet yetkilileri ile pazarlıklara kalkışma devri ne de olsa[viii]…
Aydın Doğan’ın hukuka aykırı bir biçimde işten attığı Ahmet Şık’la yapılan söyleşinin mürekkebi henüz kurumamıştı ki[ix], yıllarını Aydın Doğan’ın ‘solcu’ gazetesi Radikal’in kültür, sanat, çevre haberlerine harcamış bir ağabeyin daha aynı gazeteden, benzer aşağılayıcı bir tutumla kapı önüne konduğunu öğrendik… “Bu filmi daha ne kadar izleyeceğiz?” mikrofonunu bu kez İbrahim Günel’e uzattık… Günel’in anlattıkları, basının adım adım ve kimlerce nasıl yozlaştırıldığının bütünlüklü bir özeti gibi aslında…
Indymedia/Bağımsız Basın Merkezi (BBM): Merhaba. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
İbrahim Günel (İ. G.): 1959 doğumluyum, Çanakkale, Bozcaadalıyım. Bozcaada Gökçeada ve İstanbul ile birlikte Lozan Anlaşması’yla Rumlar’ın var kalmaya devam edebilecekleri üç yerden biri olduğu için sistemli bir biçimde devletin mahrumiyet politikasına maruz kalagelmiştir. Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1978 yılında şimdi Mimar Sinan Güzel Sanatlar üniversitesi olan, o zamanki adıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Fotoğraf Bölümü’nü kazanmıştım. Okulda durumum oldukça iyi olmasına karşın, darbe yıllarıydı 1402’likler falan derken, hocaların önerisine karşın okulda kalmamayı yeğledim. 1982 yılında okulu bitirdim. Sonra Tuzla’da başlayıp Hatay’da devam eden zorlu bir askerlik süreci.
Dönünce bir süre reklam fotoğrafçılığı ile uğraştım. Daha sonra bir süre Yapı Kredi Reklam Halkla İlişkiler Bölümü’nde çalıştım. 1986’da evlilik, 1987’de oğlum dünyaya geldi. 1989’da Asil Nadir’in Kuzey Kıbrıs’ta çıkartacağı bir gazetede (Kıbrıs Gazetesi) yer almak için, o zaman almakta olduğum maaşın üç katı maaş vaadi ile Kıbrıs’a gittim. Asil Nadir’in basın dünyasında pek çok şeyi değiştirdiği zamanlardı. Ne var ki, PollyPeck skandalı ile birlikte Nadir battı, ben çalışmaya başladıktan sekiz ay sonra işten çıkarıldım. Gazete kapanmadı ama bize de dönüş yolları gözüktü.
1990’da Türkiye’ye geldim ve Cumhuriyet’te, Kültür-Sanat Servisi’nde işe başladım.
“Hasan Cemal 60 bin tirajın altına düşülmediği sürece kredi borcunun ve maaşların ödenebileceğini belirtmişti. Fakat biraz da ayrılanların desteklediği okutmama kampanyası ile tiraj 35 binlere düşüverdi.”
BBM: Nasıldı Cumhuriyet o zamanlar, tam meşhur kavga gürültünün ortasına düştünüz galiba.
İ. G.: O zamanlar Hasan Cemal gazetenin başındaydı. Herkesin bilgisayar ortamına geçtiği günlerdi, biz ise sermaye olmadığı için daktilo - saman kağıt düzeneğindeydik. 1991’de Nadir Nadi vefat etti. Kavgalar, gürültüler oldu. Aralarında Uğur Mumcu, İlhan Selçuk falanın da olduğu 89 kişi gazeteden ayrıldı. Bunların çoğu sekiz ay sonra, gazete satışları düştüğü için Hasan Cemal ekibi ayrılınca, gazeteye döndü. Emine Uşaklıgil vardı o zamanlar. Neyse, bilgisayarlı sisteme geçebilmek için Kemal Uzan’dan 7,5 milyar TL kredi bulundu. O zamanlar gazete 120-130 bin satıyordu, sonra bahsettiğim ayrılma oldu. Hasan Cemal 60 bin tirajın altına düşülmediği sürece kredi borcunun ve maaşların ödenebileceğini belirtmişti. Fakat biraz da ayrılanların desteklediği okutmama kampanyası ile tiraj 35 binlere düşüverdi. İmar Bankası alacaklara temlik koydu. O zamanlar Uzan Grubu’nun açığını yakalamaya çalışırdık biz de bu borç meselesinden ötürü.
Hasan Cemal istifa etti. Daha fazla ayrıntı Hasan Cemal’in gazeteyle ilgili anılarını aktardığı kitabında var. Orada anlatılanların çoğu doğruluk payı taşısa da özel yaşamla ilgili birçok ayrıntıya yer verilmesini yanlış buluyorum, ölenlerin arkasından söylenen sözler var çünkü[x]. Hasan Cemal 1992 Şubat’ında ayrıldı gazeteden. Yanılmıyorsam 1992 Mayısı’nda da Okay Gönensin ve ekibi ayrıldı. Okay Gönensin ve ayrılanların bir bölümü Dinç Bilgin’e bağlı Yeni Yüzyıl gazetesinin iskeletini oluşturdu.
“Daha fazla ayrıntı Hasan Cemal’in gazeteyle ilgili anılarını aktardığı kitabında var. Orada anlatılanların çoğu doğruluk payı taşısa da özel yaşamla ilgili birçok ayrıntıya yer verilmesini yanlış buluyorum.”
Ayrılanlar gazeteye dönmeye başladı. Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet’in İzmir temsilcisiydi, geldi yayın koordinatörü oldu. Kimsenin adamı olmadığım için belki, çalışmayı sürdürdüm gazetede. Kültür’den istihbarat servisine, derken çevre haberleri muhabiri Hürriyet Uymaz’ın Hürriyet gazetesine geçmesiyle o zamanki İstihbarat Şefi Yalçın Çakır’ın isteği üzerine çevre muhabirliğine geçtim.
Cumhuriyet’te sendikalıydık, fakat orada çalıştığım altı yılın üç yıldan fazlası kadrosuz geçti. Yani çalışmamın üç buçuk yılı işlenmedi. Dar bir kadro ile 1995 seçimlerini başarıyla atlattık gazetede. 1996 Şubat’ında İstihbarat Servisi’nin başına Cengiz Yıldırım’ı şef olarak getirdiler. Onun yardımcısı olarak da Ayşe Yıldırım’ı getirmek istediler. Biz muhabirler buna karşı çıktık. Sert tartışmalar yaşandı yönetimle (Orhan Erinç’le) aramızda. İlhan Selçuk’un bizim teker teker işten atılmamız yönünde istemde bulunduğuna dair duyum aldık sonra. Belki kimsenin adamı olmadığım için ilk beni çıkardılar ’96 Şubat’ında.
BBM: Radikal de aynı yıl çıkmaya başlamıştı galiba.
İ. G.: Evet. Aynı yıl Temmuz ayında İsmet Berkan aradı. Onunla Cumhuriyet’ten tanışıyorduk, o Hasan Cemal-İlhan Selçuk olaylardan önce ayrılmıştı gazeteden[xi]. Sabah grubunun Yeni Yüzyıl’ına karşı bir gazete hazırlığı vardı Doğan Grubu’nda. İsmet Berkan ve Mehmet Y. Yılmaz ile bir görüşme yaptım. Bana solda yer alacak bir gazete hazırlığından söz ettiler. Benim de orada yer almamı istediklerini belirttiler. Kabul ettim, Radikal macerası böyle başladı.
“Radikal de bağımsız bir gazete olamadı, sonuçta Doğan Holding’e bağlı bir yayın organıydı. Örneğin DSP-MHP-ANAP Hükümeti döneminde bir milletvekili bana o zamanki başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’la ilgili belgeler getirdi. Ne var ki o günlerde Aydın Doğan Petrol Ofisi’nin hisselerini satın alabilmek için Vakıfbank ile Halk Bankası’ndan kredi sağlamak durumundaydı ve bu bankalardan da Özkan sorumluydu. Söz konusu dosyaları haber yapmam istenmedi.”
BBM: Çok iddialı çıkmıştı Radikal…
İ. G: Radikal de bağımsız bir gazete olamadı, sonuçta Doğan Holding’e bağlı bir yayın organıydı. Örneğin DSP-MHP-ANAP Hükümeti döneminde bir milletvekili bana o zamanki başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’la ilgili belgeler getirdi. Ne var ki o günlerde Aydın Doğan Petrol Ofisi’nin hisselerini satın alabilmek için Vakıfbank ile Halk Bankası’ndan kredi sağlamak durumundaydı ve bu bankalardan da Özkan sorumluydu. Söz konusu dosyaları haber yapmam istenmedi.
BBM: Birçoğumuz yine de çevre haberlerini, örneğin Bergama’daki köylülerin mücadelesini, nükleer santral komedisini, vb. sizin kaleminizden izleyegeldik…
İ. G.: Bergama’daki altın madeni sürecinde, meşhur altının çıkartılmasını destekleyen TÜBİTAK raporunun yayınlanmasının ardından Bergama’ya gittim. Hem altın çıkartmak isteyen şirket (o zamanlar Normandy) yetkililerini hem de bu girişime karşı olan yöre halkını dinledim. Her iki tarafla iletişimi de sürdürdüm. Haber yaparken de, gönlümün isteğine göre değil, olabildiğince nesnel olmaya çalışarak, belgelerle haber yapmaya çalıştım. Örneğin Necip Hablemitoğlu’nun yazılarının da etkisiyle Alman Vakıfları olayı patlatılmıştı o sıralarda, bu altın madenini Alman vakıflarının engellemeye çalışıldığı savları dava tutanaklarına bile yansımıştı. Ne var ki, bu konudaki iddiaların asılsız olduğunu araştırıp göstermek de bana düşmüştü Radikal’de. Hatta İzmir’deki Alman Konsolosluğu o zamanlar Eurogold şirketinde Normandy gibi hissedar olan (%30) ve Dresdner Bank’la ilintili Metal Gesellschaft şirketinin haklarının korunması için altın çıkarma işleminin desteklenmesi yönünde raporlar göndermekteydi Almanya’ya.
“…Hatta İzmir’deki Alman Konsolosluğu o zamanlar Eurogold şirketinde Normandy gibi hissedar olan (%30) ve Dresdner Bank’la ilintili Metal Gesellschaft şirketinin haklarının korunması için altın çıkarma işleminin desteklenmesi yönünde raporlar göndermekteydi Almanya’ya.
Bunları belgeledik ama nedense benim hazırladığım belgeler dayanan haber Radikal Gazetesi’nde yayımlanmadı…”
Bunları belgeledik ama nedense benim hazırladığım belgeler dayanan haber Radikal Gazetesi’nde yayımlanmadı. İşte o günlerde Bergama’daki şirketin tesislerinde her gün siyanür ölçümleri yapılmaya başlandı. Ben bu günlük ölçümlerde çıkan sonuçların belirlenen limitin çok üstünde olduğu günler olduğunu belirledim haber kaynaklarım sayesinde. Örneğin Dünya Sağlık Örgütü’nün standartlarına göre, içme suyunda litrede 0,01mg siyanürden fazlası tehlikelidir; Bergama’daki madende ise tehlikeli sınır, litrede 0,1mg olarak belirlenmişti.
Şirket Çevre Bakanlığı’na böyle bir taahhütte bulunmuştu ve devlet tarafından onaylanmıştı. Buna rağmen, kimi günlerde bu limit dahi aşılıyordu ve bunun kanıtlarına ulaştım. Bir gün 12mg, bir gün 8,6mg, bir gün 9mg çıkmış, ne var ki bakanlığa bildirilen rakamlar hep 0,1’in altında gösterilmişti. Bunun haberini hazırladım. Haberi son hâline getirmeden önce de şirketin Ankara’daki merkezini durumdan haberdar edip onlardan da görüş almak istedim.
O zamanki şirketin müdürü, Sabri Karahan, “mümkün değil” dedi, kendi ellerinde il Mahalli Denetleme Kurulu raporlarının olduğunu söyledi, halbuki, İzmir İl Çevre Müdürlüğü’ne söz konusu kurula verilerin yanlış aktarıldığının haberiydi benim hazırladığım. Karahan verileri İzmir İl Mahalli Denetleme Kurulu’nunkilerle birlikte yayınlamamızı istedi. Ona göndermesi durumunda bunları da yayınlayacağımı belirttim. Fakat o bunları benim bulmamı istedi. Bunun için bürokratik işlemlerle iki ay daha harcayamazdım. İl Mahalli Denetleme Kurulu ölçümlerinden kimseye söz etmemiştim fakat aynı gün İsmet Berkan kuruldan verileri almadan haberi yayımlayamayacağımızı yazıişlerinden bir editör arkadaşla tarafıma iletti. Ayrıca, kurulun ölçümleriyle benim elimdeki veriler farklı günlere aitti. Ayrıca kurul iki ayda bir istediği gün gidip numune alıp ölçüm yapıyordu. Bende ise iki aylık ve çoğunluğu taahhüt edilen değerlerin üzerinde ölçümler ve devlete aynı günler için yapılmış yanlış bildirimler vardı. Asıl haber buydu. Haber yayımlanmadı. Bu haberi Evrensel’de yapan arkadaş ise Metin Göktepe Ödülü aldı.
BBM: Radikal’de çalışma koşulları nasıldı?
İ. G.: Radikal’de ben varken, yani 2006 Ağustos’una değin 140 kadar kişi çalışmaktaydı. Gazetedeki hiyerarşi normal bir yerdeki hiyerarşi gibi değildi, daha arkadaşçaydı. Son zamanlarda kötüleşti idarî yapı. Doğan Holding’in politikasıdır verdikleri ücretin tamamını ücret olarak göstermezler, telif gibi gösterirler vergiden kaçabilmek için. Son zamanlarda verdikleri ücretin 2/3’ü resmî ücret, 1/3’ü ise telifti. Yeni çalışma Yasası, 2003’te kabul edilen, çalışanlar için birçok olumlu yön içeriyor.
1989’da ben Kıbrıs Gazetesi’nde çalışırken Cemalettin Ünlü ağabey, ki zamanında Ulus Gazetesi’nde yazıişleri müdürlüğü yapmış bir gazeteciydi ki Kıbrıs’da kalp kirizinden vefat etti, bir laf söyledi, hiç unutamadım: “Gazetecilik futbol takımı gibidir. İstediğin kadar Rıdvan ol, takımın oynamadı mı sen bir hiçsin.” Bir de büyük gazeteci hastalığından söz ederdi Cemalettin ağabey: “Büyük gazeteci hastalığı vardır. Sakın öyle bir hastalığa kapılma. Abdi İpekçi Milliyet’in her şeyiydi. Bir gün vurdular. Ertesi gün Milliyet çıktı” dedi. Bu söz meslek hayatım boyunca aklımdan hiç çıkmadı.
“Bir de büyük gazeteci hastalığından söz ederdi Cemalettin ağabey: “Büyük gazeteci hastalığı vardır. Sakın öyle bir hastalığa kapılma. Abdi İpekçi Milliyet’in her şeyiydi. Bir gün vurdular. Ertesi gün Milliyet çıktı” dedi. Bu söz meslek hayatım boyunca aklımdan hiç çıkmadı.”
BBM: İbrahim Günel’i neden atıverdiler işten?
İ. G.: On yıldır, yani Radikal ilk çıkmaya başladığı zamandan beridir oradaydım, atılmamın özel bir nedeni var mı, bilemiyorum. İlginç bir durum, Türkiye’de nükleer santral yapılma tartışmaları yeniden ateşlendi 2005 sonunda. Ben üç kez nükleer dizi yapılması için öneri vermiştim. Radikal’in şimdiki Yazıişleri Müdürü Erdal Güven de benim konu hakkında bir yazı dizisi hazırlamama 2006 Haziran başında onay verdi. Kapsamlı bir şey düşünüyordum, fakat yalnızca konuya yandaş ve karşı tarafların görüşlerinin aktarılacağı bir çerçevenin yeterli olacağını İsmet Berkan ve Erdal Güven belirtti. Dizi 23 Temmuz’da başlayacaktı. Ben diziyle ilgili söyleşilere başladım. Erdal Güven ise 10 Temmuz’da istifamı istedi.
10 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Yasası ve akabinde çıkarılan Basın İş Yasası, medya sektöründe yıllardır yaşanan işten çıkarmaları bir süre olsun durdurmuştu. Yalnız yeni yasanın açıklarını öğrenen medya patronları, şimdi de eski alışkanlıklarını yineleyerek işçi çıkarmaya başladı. Yeni yasaya göre işçi, kısaca üç nedenle işten çıkarılabiliyor. Bunlar da şöyle idi:
Ekonomik nedenler,
Performans düşüklüğü,
Eski yasadaki 17. madde ve yenisindeki 25/2...
Yani, ya işyeri iflas edecek ya işçinin performansı düşecek ya da hırsızlık, ursuzluk, taciz tecavüz, iki gün bildirimsiz işe gelmeme gibi nedenler oluşacak. Doğan Holding’de yukarıda söz ettiğim yasanın ardından emekliliğe hak kazanıp emekli olan kişilerin daha sonra holding bünyesinde çalıştırılmayacakları kararı ilkesel olarak benimsenmişti.
Son dönemde Doğan Grubu’nda yaşanan işten çıkarmaların en ilginçlerinden birini yaşadım. Gazetenin kuruluşundan beri, yani tam 10 yıldır gecemi gündüzüme vererek çalıştığım, hatta 1998-2000 yıllarında İstanbul İstihbarat Şefliği yaptığım bir işyerinden tabir yerinde ise “beş parasız” kapının önüne konuldum.
“Son dönemde Doğan Grubu’nda yaşanan işten çıkarmaların en ilginçlerinden birini yaşadım. Gazetenin kuruluşundan beri, yani tam 10 yıldır gecemi gündüzüme vererek çalıştığım, hatta 1998-2000 yıllarında İstanbul İstihbarat Şefliği yaptığım bir işyerinden tabir yerinde ise “beş parasız” kapının önüne konuldum.”
BBM: Gazeteden kimlerle ve nasıl muhatap oldunuz bu sıkıntılı süreçte?
İ. G.: 10 Temmuz 2006 tarihinde Radikal Gazetesi Yazıişleri Müdürü Erdal Güven, odasına çağırarak istifamı istedi. Nedenini sorduğumda da küçülmeye gittiklerini söyledi. Ben de istifa etmeyeceğimi onların çıkarmasını istedim. Akşam evime giderken yine Erdal Güven, tazminatımı atılmış gibi hesaplattırdığını söyleyerek, küçülmeye gittiklerini belirtip “istifa” dedi. Benden önce Hakan Gülseven’i çıkartmışlar, ve birkaç kişiyi daha. Ben de önüme bir şey konmasını, ancak ondan sonra kendisiyle konuşacağımı belirttim. Ayrıca hazırlamakta olduğum nükleer diziden söz ettim. Enerji Bakanlığı ile randevularım vardı Ankara’da. Erdal Güven dizi hazırlığını sürdürmemi istedi.
Aradan bir hafta geçti ve ben işime düzenli olarak gidip geldim. Benimle hiçbir şekilde konuşulmadığı için İnsan Kaynakları Müdürü Bora Araz’a çıkarak, durumumu sordum. Kendisi yeni evlendiği ve balayından 17 Temmuz 2006 tarihinde yeni döndüğü için olayı bilmediğini, gerekli kişileri arayıp bana döneceğini söyledi. O günün sabahı Erdal Güven’le kapıda karşılaşmıştım, suratı beş karıştı. “N’aber İbrahim?” dedi. Ona durumumdaki belirsizliği aktarınca “Biliyorum, biliyorum.” dedi. Bir de, bana işten ayrılmam konuşması yapıldığı günden sonra gazetede bir ânda cüzamlı olmuştum. Kimse yanıma yaklaşmıyordu.
“O günün sabahı Erdal Güven’le kapıda karşılaşmıştım, suratı beş karıştı. “N’aber İbrahim?” dedi. Ona durumumdaki belirsizliği aktarınca “biliyorum, biliyorum.” dedi. Bir de, bana işten ayrılmam konuşması yapıldığı günden sonra gazetede bir ânda cüzamlı olmuştum. Kimse yanıma yaklaşmıyordu.”
Ertesi gün, yani 18 Temmuz 2006 tarihinde bizzat gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan’ın sekreteri gelerek Doğan Medya Center’ın İcra Kurulu üyesi Mehmet Münir Cankurtaran ile görüşmem gerektiğini söyledi. Münir Bey’in sekreterini aradım, hastanede olduğunu ve ertesi günü ameliyat olacağını söyledi. Tekrar Bora Araz’a çıkarak durumu sordum. Kendisi Münir Bey ile hastaneden konuşacağını ve İsmet Berkan’la da görüşeceğini söyleyerek, ertesi gün gelmemi istedi.
19 Temmuz 2006 günü tekrar işe gelerek Bora Araz ile görüştüm. Tazminatımı hesaplayacağını ve akşam 17.30’da kendisini aramamı istedi. Ben de tazminatımın ayrıntılı dökümünü istedim. Bu arada hukuki yardım almak için çeşitli avukatlarla görüştüm. Belirlenen saatte kendisini aradım bir rakam söyledi. Ben de yolda olduğumu ertesi gün görüşmek istediğimi söyledim. Avukatım, Ahmet Şık’ın da avukatı olan, iş hukuku uzmanı Rânâ Yılmaz ile görüştüğümde bana istifa edersem işe dönüş davası açamayacağımı ne de fazla mesailer için hak talebinde bulunabileceğimi belirtti.
20 Temmuz 2006 Perşembe günü, kendisiyle telefonda görüşerek tazminatımın ayrıntılı dökümünü istedim. Bora Araz telefonda acele etmemi, Cuma günü işi bitirmemiz gerektiğin söyledi. Ben de hesaplatarak, tekrar Bora Araz’ı aradım ve kendisine istifa etmeyeceğimi, ancak yasalardan doğan hakkım olan fazla çalışma ücretlerimin ve diğer tüm işçilik haklarımın ödenmesi şartı ile talep ettikleri istifa dilekçesini verebileceğimi belirttim.. Bu konuşmadan yarım saat sonra, İsmet Berkan’ın sekreteri tekrar arayarak Erdal Güven’in ertesi gün benimle konuşmak istediğini söyledi. Erdal Güven “İşten ayrılmak için bir şeyler istemişsin.” dedi. “Bunlar zaten hakkım.”dedim. “Doğru.” dedi, “İsmet Berkan ile konuştum, bunları alırsın, fakat bir daha da bizle çalışamazsın. Her tarafa da senin hakkında mektup gider. Bunu biliyorsun değil mi?” dedi. Anlatmak istediği beni işten attıktan sonra, hiçbir yerde, ne Doğan Holding’de ne de başka bir yerde işe alınmamam için, tıpkı Ahmet Şık’a yaptıkları gibi çalışacaklarıydı. Sonra ekledi Erdal Güven: “İsmet’le konuştum, emekli olsun çalışmaya devam etsin diyor” dedi. “Tamam, bu konuyu da avukatlarımla konuşacağım.” dedim.
“Bir hafta işe düzenli olarak gidip geldim, gazetedeki hemen hemen herkes benden uzak durmaya ,benimle konuşmamaya çalışıyordu. Tabii bu arada haberler de yaptım ama hiçbirini yayımlamadılar.”
Bir hafta işe düzenli olarak gidip geldim, gazetedeki hemen hemen herkes benden uzak durmaya ,benimle konuşmamaya çalışıyordu. Tabii bu arada haberler de yaptım ama hiçbirini yayımlamadılar. 31 Temmuz 2006 tarihinde Erdal Güven beni tekrar odasına çağırdı ve artık özel muhabir olarak çalışamayacağımı, İstanbul İstihbarat Servisi’ne atandığımı, her türlü işe koşturulacağımı söyledi. Kendisinden bunu yazılı istedim, vermedi; oysa bu yasal bir zorunluluktu, yaptığı basın yasasına aykırıydı. Ben de fazla mesailerim için 2 Ağustos 2006 tarihinde dava açtım. Bu arada her türlü rutin habere stajyer muhabirler gibi gidip geldim. Tabii gittiğim haberler gazetede yayımlanmadı. Zaten 2001 ekonomik krizinden bu yana Radikal’de çok önemli bir olay olmadığı sürece rutin haberlere gidilmiyor. İstihbarat’taki arkadaşlar da emir kulu sonuçta, yukarıdan ne söylenirse onu yapıyorlar…
“Daha sonra işten çıkartılma durumu söz konusu olmadan çok önce yönetime belirttiğim tarihte 15 günlük yıllık izne çıkacağımı anımsattım Ağustos’un ilk yarısında. Erdal Güven “Sen hiç izne çıkmamış mıydın? Sanki çıktığını anımsıyorum.” diye sordu. Oğlumun liseden mezuniyet töreni için bir gün işten erken çıkmak dışında böyle bir şey olmadığını belirttim, “Ha, öyle mi…” dedi.”
Daha sonra işten çıkartılma durumu söz konusu olmadan çok önce yönetime belirttiğim tarihte 15 günlük yıllık izne çıkacağımı anımsattım Ağustos’un ilk yarısında. Erdal Güven “Sen hiç izne çıkmamış mıydın? Sanki çıktığını anımsıyorum.” diye sordu. Oğlumun liseden mezuniyet töreni için bir gün işten erken çıkmak dışında böyle bir şey olmadığını belirttim, “Ha, öyle mi…” dedi. 16 Ağustos’ta, durumuma ilişkin bana bir şey söylemedikleri için, yeniden işbaşı yaptım.
Neyse, beni yıldırmak için her türlü rutin habere göndermeyi sürdürdüler. Eskiden Radikal’de 24 tane istihbarat muhabiri vardı, Adliye için, DGM için ayrı muhabir vardı; o nedenle daha nitelikli ve özgün olurdu hazırlanan haberler. Şimdi 5,6 kişi vardır. Her şeyi oluşturulan tek bir haber havuzundan alıyor Doğan Grubu gazeteleri. Bu da bu grubun yayın organlarını, isimleri farklı olsa bile, tektipleştiriyor; topluma yönelik bir Aydın Doğan kazığı bu.
“Her şeyi oluşturulan tek bir haber havuzundan alıyor Doğan Grubu gazeteleri. Bu da bu grubun yayın organlarını, isimleri farklı olsa bile, tektipleştiriyor; topluma yönelik bir Aydın Doğan kazığı bu.”
BBM: İşten ayrılmanızı nasıl bildirdiler size?
İ. G.: 23 Ağustos 2006 akşamı, 21:30 sularında eve vardım; saati anımsıyorum çünkü Fenerbahçe – Dinamo Kiev maçından ötürü trafik sıkışıktı ve ancak bu saatte varabildim eve. 22:30 sularında cep telefonumdan Bora Araz aradı. “İbrahim’ciğim, kusura bakma tebliğ etmek bana düştü. İş akdini feshettik. Elektronik giriş kartın iptal edildi. Sakın yarın işyerine gelme. Eşyalarını ise Pazar günü 10:00 – 11:00 arasında alabilirsin ancak. Noter kanalı ile evine mektup gelecek. Mahkemede hesaplaşırız.” dedi. Hâlâ da daha gidemedim eşyalarımı almaya, çok uzak orası ve benim gibi beş parasız kapı önüne konan ve hala iş bulamayan, aile geçindiren birinin o mesafeye gidebilmesi pek kolay bir iş değil…
“22:30 sularında cep telefonumdan Bora Araz aradı. “İbrahim’ciğim, kusura bakma tebliğ etmek bana düştü. İş akdini feshettik. Elektronik giriş kartın iptal edildi. Sakın yarın işyerine gelme. Eşyalarını ise Pazar günü 10:00 – 11:00 arasında alabilirsin ancak. Noter kanalı ile evine mektup gelecek. Mahkemede hesaplaşırız.” dedi.”
Neyse, telefon konuşmasının sabahı Çalışma ve sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gittim, durumumun kayıt altına alınması için. Tebligat ise bir türlü gelmedi. Evden de çıkmıyoruz ki, gelsinler bulamamış olsunlar. Eylül başı oldu, hâlâ bir haber yok. Muhtara bir uğrayayım dedim, bir de baktım ki aps muhtara gelmiş! Telefon da gece gelmişti. Tutanak yok, şahit yok… Hoş şeyler değil bunlar.
BBM: İşten ayrılınca arkadaşlarınızın durumunuza ve size yaklaşımı nasıl oldu?
İ. G.: İşten atıldıktan sonra yalnızca birkaç arkadaş arayıp sordu. Onun dışında ne arayan var, ne soran… Kimseyi de suçlayamam bunun için, herkes kendi yuvasını, durumunu düşünmek zorunda. İşin kötü tarafı dava sürüyor ve yeni yasaya göre emekli olamıyorsunuz işe iade davası açtığınız için. Dört tane iş mahkemesi var Bakırköy’de. Adalet Bakanlığı yavaşın yavaşı[xii]. Dört ayda mahkeme sürecinin sonlanması gerekli fakat davamın ilk duruşması geçen 15 Kasım’da yapıldı. Onlar gerekçelerini öne sürdü. İkinci duruşmam ise 22 Ocak’ta. Dava ne zaman biter belli değil.
BBM: Şimdi ne yapmaktasınız?
İ. G.: Yaşamım pek iyi gitmiyor ekonomik açıdan. Bir gelirim yok. Evim kira. Karım grafiker, fakat o da benim gibi işsiz şu ara…
BBM: Sendikalı mıydınız?
İ. G.: Cumhuriyet’teyken sendikalıydım. Cumhuriyet’ten atıldığımda sendika da beni sendikadan atmış. Para almaya gelince alan, Allahlık bir sendika bizimkisi… Dayanışma yok, güven yok… İnsanlar kendi başları yanmadan anlamıyorlar konunun ciddiyetini.
BBM: Doğan Holding’in işe alma / işten çıkartma politikasında yıllar içinde nasıl bir sürece tanıklık ettiniz?
İ. G.: Doğan Holding’de 2003 öncesinde yılda iki kez zam yapılırdı Aralık ve Haziran aylarında ise tensikat (işten çıkartma) olurdu, daha kıdemsiz, daha az maaşla insan çalıştırılabilmesi için. 2003’teki yasadan sonra bir duraklama oldu işten atmalarda.
Geçen Haziran’da da performans değerlendirme sistemi diye bir şey getirip koydular önümüze. Gazetecilik fikir işidir, gazete bir makarna fabrikası değildir. Bu konuda holdingin görevlendirdiği bir hanımla 2005 Kasım’ında konuştuk. Ayda kaç haberimin yayınlandığını sordu. Buna bakarak bir ölçüm yapacak… “Sayamam..” dedim. Günde üç tane haber yaparsınız, onu haber merkezine gönderirsiniz, haber merkezi onu yazıişlerine gönderir. Haber yayımlanır ya da yayımlanmaz, bunda birçok değişken etkilidir.
Haberiniz süper olabilir fakat o gün büyük bir olay olur, haber yayımlanmayabilir. Ya da rutin haber yaparsınız, özel bir haber değilse, imza atmazsınız habere. Yani biraz kapsamlı bir iştir. Bir de haber vardır altı ay belge peşinde koşarsınız, bir yere gelip tıkanır veya ancak o sürenin sonunda belge elinize geçtiği için yaparsınız. O hanıma bunları aktardım, galiba bilgisi yoktu bu konularda. Doğan grubuna bağlı gazeteler 2001 sonrasında habercilik işini yayın havuzuna devrettikleri için haber niteliğinden ve özgünlüğünden çok kaybettiler. Örneğin birisi genelkurmay muhabiri. Atılması isteniyor işten, atılıyor. Sonra genelkurmay konusunda haber yapamıyor gazete, geri alıyorlar adamı.
“Doğan grubuna bağlı gazeteler 2001 sonrasında habercilik işini yayın havuzuna devrettikleri için haber niteliğinden ve özgünlüğünden çok kaybettiler. Örneğin birisi genelkurmay muhabiri. Atılması isteniyor işten, atılıyor. Sonra genelkurmay konusunda haber yapamıyor gazete, geri alıyorlar adamı.”
BBM: Basında çalışan, daha doğrusu Doğan Holding’de çalışan herkese patronlardan benzer yaklaşımlar mı görüyor?
İ. G.: Türkiye’de gazetecilik İsviçre ve Bangladeş olmak üzere ikiye ayrılıyor. Tepedeki üç – beş kişi, gazetede olsun TVlerde olsun İsviçre standartlarında yaşıyor, Dolara endeksli maaş alıyor. Kalanlar ise Bangladeşli paryalar. İşte ben, 17 yıldır gazeteciyim. Elime işten atılmadan önce 1,500 YTL geçmekteydi. Yeni muhabirler ise çok daha düşük alıyor… Bir gazetecinin kendini geliştirmesi gerekli. Okuması gerekli, kitap alması gerekli. Gezmesi gerekli… Bunlar bir yana, ne bir sinemaya gidebilmek, ne eşimle dışarıda bir yemek yiyebilmek nasip oldu çok şükür. Evim yok hâlâ kira ödüyorum. Arabam bir kez oldu. Çok eski bir Vosvos’tu, 1974 model. Biraz kredi ile almıştım, 2000’de sattım onu da. Gazeteci işe gidince şu kredi kartına ne kadar borcum var, nasıl öderim… diye düşünmeye başlarsa o işte bir gariplik vardır. Çünkü bunları düşünmek, olması gereken fikir ortamını engeller.
“Türkiye’de gazetecilik İsviçre ve Bangladeş olmak üzere ikiye ayrılıyor. Tepedeki üç – beş kişi, gazetede olsun TVlerde olsun İsviçre standartlarında yaşıyor, Dolara endeksli maaş alıyor. Kalanlar ise Bangladeşli paryalar. İşte ben, 17 yıldır gazeteciyim. Elime işten atılmadan önce 1,500 YTL geçmekteydi. Yeni muhabirler ise çok daha düşük alıyor…”
BBM: Bu da Aydın Doğan’ın canına minnet…
İ. G.: 2005 yılında Aydın Doğan muhabirlerle yemek yedi. “Atış serbest” dedi yemekte, herkesin içinden geldiği gibi konuşmasını istedi. Ücret durumundan yakınınca da “Tamam, biliyorum; az veriyorum ama zamanında veriyorum.” dedi.
2001 krizinden önce aldığım para 1000 ABD Doları dolayına denk geliyordu. Yani 600 milyon lira alıyordum. Kirizden sonraki birkaç günde bu 400 dolara düşüverdi. Üç ay boyunca göreli yüksek maaş alanlar işten çıkartıldı. Deneyimli kadrolardı bunlar. Havuza geçildi. Radikal belki de en çok o zaman eksildi. Medyanın ana unsuru nedir? İnsandır. İşte içi boşalırken insanı yitirdi medya. Deneyimli gazeteci tuttuğunu kopartır çünkü, yeni gazeteci bunu yapamaz. Bu, gazetecilik okullarında öğretilmez. Haber kaynağın senin yazacağın haberi çarpıtmayacağını, ne söylenirse onu yazacağını bilir, sana güvenir. Hapis yatsan bile haber kaynağını açıklamayacağını bilir, bu yeni gazeteci için çok zor bir şeydir. Eskiden bakanların, başbakanların gezilerine o bakanlığa ilişkin muhabirler ya da diplomasi muhabirleri giderdi. Şimdi gazetelerin genel yayın yönetmenleri gidiyor. Bu kişiler gazetelerin yayın politikasını belirleyen kişiler, o zaman nesnellik zedelenmiş olmuyor mu? Oluyor. George W. Bush’u bir gazetenin genel yayın yönetmeni değil, Beyaz Saray muhabiri izler. İşini bilir. Adını anımsayamıyorum şimdi, 84 yaşında emekli olan bir muhabir vardı Beyaz Saray’da. En çok ondan çekinirlerdi.
“2005 yılında Aydın Doğan muhabirlerle yemek yedi. “Atış serbest” dedi yemekte, herkesin içinden geldiği gibi konuşmasını istedi. Ücret durumundan yakınınca da “Tamam, biliyorum; az veriyorum ama zamanında veriyorum.” dedi.”
BBM: Bu tekelleşmeye dur demek olanaklı değil mi günümüz koşullarında?
İ. G.: Bu gazetelerin karşısına o işin öyle yapılmayacağını söylemek için çıkacak güç de, sermayeden yoksun olduğu için çıkamıyor. Nasıl çıksın ki? Gazetelerin dağıtımı bile tekelleşmiş ülkede.
Türkiye’de gazeteci kuşağı Simaviler’le sona erdi. Onlardan sonra gazeteciliği bütün bütün işadamları üstlenir oldu, basın sermayeye geçti. Bakın, yurtdışındaki gelişmiş sektörlere, medyanın tek işi medyadır. Bu İngiliz medyasında, Alman medyasında, Fransız medyasında böyledir; Berlusconi istisnası dışında. Gazeteci aileler gazeteciliği bilirler. Haberde nesnel olma gereğini bilirler. Bizde ise öyle değil artık. Haberin iyi bir haber olsa da yayımlanmayabilir, çünkü patronun diğer alanlardaki yatırımlarına zarar veriyordur.
“Türkiye’de gazeteci kuşağı Simaviler’le sona erdi. Onlardan sonra gazeteciliği bütün bütün işadamları üstlenir oldu, basın sermayeye geçti. Bakın, yurtdışındaki gelişmiş sektörlere, medyanın tek işi medyadır. Bu İngiliz medyasında, Alman medyasında, Fransız medyasında böyledir; Berlusconi istisnası dışında. Gazeteci aileler gazeteciliği bilirler. Haberde nesnel olma gereğini bilirler. Bizde ise öyle değil artık.”
BBM: Radikal ilk çıktığında solda olduğu izlenimi veren bir gazete idi. İzleyen yıllarda ise oldukça değişti ve sermaye tarafına kaydı.
İ. G.: Radikal’in günden güne sağa kaymasının İsmet Berkan’la ilgili olduğunu düşünüyorum. İsmet Berkan zaten sol görüşlü biri değil. Zaten çizgisi solda değil. Radikal’in çizgisindeki esas değişim 2001’de başladı. Irak’ın işgali arifesinde ABD’ci bir tutum takındı Radikal. Kıbrıs’ta AB’ci / AKP’ci kesildi, verkurtulcu oldu. Bunlar sol dünya görüşüne göre, yurtseverliğe göre yanlış şeylerdi. Sonuçta Türkiye’nin de çıkarları var, bunlar savunulmadı. Ne oldu, tüm bunların doğal bir sonucu olarak tiraj kaybı oldu. Cinsellik dizileri geldi, nasıl aldattım dizileri başladı gazetede.
“Radikal’in günden güne sağa kaymasının İsmet Berkan’la ilgili olduğunu düşünüyorum. İsmet Berkan zaten sol görüşlü biri değil. Zaten çizgisi solda değil. Radikal’in çizgisindeki esas değişim 2001’de başladı. Irak’ın işgali arifesinde ABD’ci bir tutum takındı Radikal. Kıbrıs’ta AB’ci / AKP’ci kesildi…”
“Cinsellik dizileri geldi, nasıl aldattım dizileri başladı gazetede...”
BBM: Herhâlde kârı artırmak için bu çabalar…
İ. G.: Radikal patrona göre kâr eden bir gazete değil. Aydın Doğan yemekte tirajın 45 bin olduğunu ve ancak 80 bin olması durumunda gazetenin kâr eder konuma gelebileceğini söylemişti. Şimdi ise tiraj 30 binlere düştü.
“BBM: İyi de o zaman bu gazete neden çıkıyor?”
BBM: İyi de o zaman bu gazete neden çıkıyor?
İ. G.: Ben Aydın Doğan değilim. Mutlaka bir düşüncesi vardır. Radikal artık bir marka, belli açılardan bir prestiji var ve büyük bir sermaye holdinginin denetiminde.
BBM: Teşekkür ederiz.
İ. G.: Ben teşekkür ederim.
Kaynak bağlantı: http://istanbul.indymedia.org/?l=tr