Teknik, taktik, yallah!..
Saatler öğleden sonraya yaklaşıyor. Eylemcilerin arasındaki çocuklar da artık çok fazla koşup oynamıyor. Nedeni ise susuzluk. Ben de dayanamıyorum ama onca insan kavuran güneşin altında aç, susuz beklerken yapacak bir şey yok. Dayanamayacak hale gelince arabanın yanına gidip, arkasına geçip yere çömelerek içiyorum suyu.
Utanıyorum...
Tam o sırada minicik bir bebek yaklaşıyor polislere ve kalkanları eliyle itmeye başlıyor. Polislerden birisi önce başını okşuyor sonra kalkanını bırakıp kucağına alıyor. Ardından gözucuyla amirini kesip çocukla birlikte barikatın arkasına yürüyor. Ben de arkalarından. Ne olacak? Çocuğu nereye götürüyor?
Çevik kuvvet otobüsünün az ilerisinde bir yardım kuruluşunun minübüsü duruyor. Polis kucağındaki çocukla oraya kadar yürüyüp bir şişe su aldı ve çocuğa içirmeye başladı. Başka bir polis beni görünce işaret parmağını salladı;
"Fotoğraf çekme..."
"Neden?.."
"Çekme..."
Sonra da geri getirdi çocuğu ve kucağına aldığı noktaya bıraktı. Kalkanını alıp kaldığı yerden devam etti emir beklemeye. Hayat ne garip ve de ne kadar acımasız. Az sonra emir gelse aynı polis memuru bu kez o çocuğun da aralarında bulunduğu kalabalığa müdahale edilirken verilen emirleri yerine getirecek.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015
Tek tek ikna çabası
Ankara'dan beklenen haber bir türlü gelmiyor. Saatler ilerledikçe huzursuzluk da artıyor. Bir yandan fotoğraf çekip notlar alırken bir yandan da polisleri gözlüyorum.. Bir hareketlenme var mı? Evet var...
Kırkpınar er meydanındaki taktik bu kez burada devreye sokuluyor. Sivil polisler eşliğindeki tercümanlar grubun içinde lider konumda olanlarla tek tek konuşup geri dönmeleri konusunda ikna etmeye çalışıyor. Ancak ikna olacak gibi gözükmüyorlar, özellikle genç olanlar.
Tam da o anda ardı ardına otobüsler gelip uzak bir noktaya park ediyor. Sivil polisler eşliğindeki tercümanlar bu kez ailelere yöneliyor. İki seçenek sunuyorlar ailelere;
"Sizi Edirne'de yemek, tuvalet ve banyo olanağı bulunan bir yere götüreceğiz..."
"İsterseniz binin otobüslere sizi İstanbul'a gönderelim..."
Maksat yolu açmak. Ve dünyanın basının gözü önünde aralarında çocukların da bulunduğu sığınmacılara müdahaleye gerek kalmadan sorunu çözmek. Anlaşılan o ki, talimat bu yönde. Ankara'nın yaklaşımı, "Dünya seyrederken biz onlara sahip çıktık" yönünde. Bu yaklaşım sonuna kadar burada da zorlanacak, öyle anlaşılıyor.
Ancak direniş öyle kolay kırılacak gibi değil. Grubu yönlendiren 6 - 7 kişi var. Tercüman ve polislerden hemen sonra onlar giriyor bu kez ailelerin arasına. Direnmeye devam ederlerse Avrupa'nın kapılarını açtıracaklarını söylüyorlar bağıra, çağıra. Bazıları Türkçe bağırıyor polislere doğru;
"Ölmek var, dönmek yok..."
Dayanacak hali kalmayanlar birer ikişer otobüslere yürümeye başlıyor. İstikamet İstanbul. Direncin kırılmaya başladığını görenler gidip polis ve jandarmadan oluşan barikatın önünde yere yatıyor.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015
Bacak protezi...
Zaman geçiyor, sabırlar tükeniyor. Bu kez daha kalabalık bir grup toplanıyor polis barikatının önünde. İçlerinden birisi bacak protezini çıkartıp polislere doğru sallıyor. Bir başkası Kırkpınar Er Meydanı'ndaki gibi bağırıyor;
"Sen müslim, ben müslim..."
Ancak ne Ankara'dan geçiş izni ne de Bulgaristan ve Yunanistan'dan vize çıkmıyor savaştan kaçıp yürüye yürüye buralara kadar gelen umut yolcularına. Biz de çekeceğimiz kadar fotoğraf çektik. Beklemeye başlıyoruz neler olacağını. Ben bu arada Flash Tv Haber Koordinatörü Süleyman İnce'ye mesaj atıp Edirne'de olayı takip ettiğimi ve isterlerse haber bülteni yayınında bana bağlanabileceklerini bildiriyorum.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015
Dolaşırken Avni Kantan'la karşılaşıyorum.
"Abi biz iki gündür arabada yatıyoruz. Sen kalacak mısın, dönecek misin?"
"Bilmiyorum. Duruma göre hareket edeceğim."
"Kalacaksan yer açacağım sana..."
Vay be... Kardeşim benim. Sağolasın, var olasın. Saha kardeşliği böyle bir şey. Avni dürüst, çalışkan ve iyi niyetli bir meslekdaşım. Gezi olaylarını izlerken bir akşam İstanbul metrosunu kapattılar yine. Çocuk, genç, yaşlı insanlar gelip gelip Taksim metro girişinde kalıyor. Kapatmak kolay da yolda kalan insanlar ne olacak düşünen yok. Gerçekten de yok. Millet işinden çıkmış yorgun argın eve gidecek ama metrro girişi kapalı. Ne yaparsın. Adam emekçi. Taksiye binecek durumu da yok. Yürü kardeşim. Yürü. Yürrrüüüü...
Vatandaşa muamale bu.
Biz de Avni'yle kalmışız öylece ortada. Üstelik yediğimiz gaz ve gün boyu süren kovalamacadan hem yapış yapış olmuşuz hem de ayak tabanlarımız isyanlarda. Avni o zamanlar Mecidiyeköy'de oturuyor. Ben de sabah eylem izlemek için daha yakın olsun diye Şişli'de bir arkadaşın yanında kalacağım. Ne yapalım. Yürüyelim. Hadi diyoruz... Harbiye, Osmanbey derken ben Şişli'de vedalaşıyorum, Avni devam ediyor yürümeye.
Yürürken konuşuyoruz uzun uzun. Bir kuruma bağlı olmadan yani düzenli bir gelirin olmadan haberden habere koş. Fotoğrafları uluslararası fotoğraf ajanlarının sitelerine yükle. Satılırsa para gelsin. Üstelik gitmediğin haber, girmediğin cephe kalmasın. Ararsın İran'dadır Avni, bir bakarsın bir eylemde karşına çıkmış. Sessiz, abartısız, sakin bir adam... Böyle zor ama öyle büyük bir aşk gazetecilik. Avni'de o aşkı yaşayanlardan.
Ben mi?.. Ben, 40'ından sonra yeniden sahalara dönen Yalçın Abi işte... Bir beklentim olmadan tarihe tanıklık etmenin sevdasıyla usumun açlığını gideriyorum. Dedim ya, gazetecilik bir aşk. Bir kez tutuldun mu bu sevdaya koşar gidersin kadrajın arkasında. Bir de ahkam keseyim, bu sevdaya dair;
Plazalara kadar değil, mezara kadar.
Biz dönelim tekrar Edirne'ye...
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015
Su, pide, otobüs...
Güneş iyice ufuk çizgisine yaklaştı. 1 saat sonra hava kararacak. Lens değiştirip 1.8 f açıklığındaki lensi monteliyorum bodiye. Koca bir günü burada geçirdik. Avrupa hayaliyle yola düşenlerin yüzde 50'si otobüslere bindirilip geri gönderildi. Ama kalanlar direniyor.
İkna politikası sonuç vermeye başlayınca yardımlar devreye giriyor. Polisler saatlerdir susuzluktan perişan olmuş insanlara koli koli su dağıtıyor. Çocuklar neredeyse birbirlerinin üzerine çıkarak kapıyor suları. Yüzlerce şişe su 3 dakikada bitiyor. Ben de susadım acayip ama dedim ya utanıyorum ve polis bana da uzattığı halde alamıyorum o suyu. Sırada gıda takviyesi var. 3 yardım örgütü elemanlarıyla birlikte kalabalığın arasına dalıyor. Kutu kutu pide ve ayran da bir kaç dakikada tükeniyor. Karnı doyan çıkısını toplayıp otobüslere doğru yola çıkıyor. Direniş kırıldı.
Grubun içinden yaklaşık 20 kişi geri dönmemekte ısrarcı. Polis onların çevresini sarıyor. Biz de hareketleniyoruz. Müdahale olur mu? Bu durumlarda saha tecrübesi olan haberciler önce "zet" cileri keserler bakışlarıyla. Zetçi yani gaz bombası atan tüfeği kullanan polisler hareketlenmeye başlarsa müdahale gelecek demektir. Burada zetciler emir bekliyor ama harketlenme yok.
Direnen 20 kişilik grubun içinde çocuklar ve kadınlar da var. Omuzu yıldız dolu bir polis müdürü dalıyor aralarına. Bizi sokmuyorlar. Bağıra, çağıra karşılıklı konuşuyorlar. Ardından önce kadınlar ve çocuklar alınıyor çemberin dışına. Doğruca otobüslere. Kalanlardan direnmeye devam edenler biraz da ite kaka otobüslere bindiriliyor. Polislerden 10 kişiye gözaltı işlemi yapıldığını öğreniyoruz. 2 bebek de ishal teşhisiyle tedavi altına alınmış. Bitti mi? Bitti... Biten ne? Avrupa'ya gitme hayali.
Yavaş yavaş arabaya doğru yürürken geriye dönüp bakıyorum. İnanılmaz bir pislik ve çöp.
Fotoğraf: Yalçın Çakır - Edirne - Göçmenler - 19 Eylül 2015
Televizyona canlı bağlantı
Arabada Avni birkez daha soruyor;
"Abi gidecek misin? Kalacak mısın?"
"Gideceğim Avni... Hastayım zaten. Baksana ateşim ne kadar yüksek..."
Arabadaki arkadaşlardan ikisi daha dönmeye karar veriyor İstanbul'a. → Depo Photos'tan Halit Onur Sandal ile → Avni Kantan kalıyorlar Edirne'de. Önemli bir konuda bağlantı kurmuşlar ve tehlikeli bir işe soyunacaklar. İçim içime sığmıyor. Usum, "Kal. sen de git o işe" diyor ama bedenim, "doğru eve" emri veriyor bana.
Edirne otogarından otobüse bindiğimizde hava iyice karardı artık. Ve telefonum çalıyor. Arayan Flash TV rejisi. Flash TV haftasonu haber bültenini sunan Mustafa Yenigün bana bağlanacakmış. "Tamam" diyorum. Ve Mustafa'nın yayındaki sesi duyuluyor kulaklıktan;
"... Şimdi Flash haber enkırmeni Yalçın Çakır'a bağlanıyoruz... /... Dün toplantı yaptık. Ve aramızdan Yalçın Çakır'ın Edirne'ye gitmesine karar verdik. Şimdi gelişmeleri kendisinden dinleyeceğiz..."
Canım, Mustafam!.. İyi ki yapmışsınız o toplantıyı da enkırmeninizi Edirne'ye göndermişsiniz!.. Aslında ne öyle bir toplantı yapıldı ne de görevlendirme. Sağolsun Mustafa kardeşim kanalı onurlandırdı!.. Ve başlıyorum gelişmeleri aktarmaya.
Eve ulaştığımda farkına varıyorum yorgunluğumun. Ama fotoğrafları web sitelerime yüklemem ve sosyal medyadan duyurmam lazım. Önce duş sonra da fotoğraflarla işlemlerimi bitiriyorum.
Avni arıyor
"Abi vardın mı?"
"Vardım kardeşim... Herşey için çok teşekkür ederim. Kendinize dikkat edin..."
"Sen de abi..."
Güzel bir uyku çekeceğim. Yarın da dinleneceğim. Edirne'ye görevli gönderildiğimi öğrendim ya!.. Bugünü mesaiden saydım. Eh, bilet paralarını da televizyona yıkarım artık...
Yatağa uzandığımda aklıma bir soru takılıp kalıyor;
"Türkiye onlara kapılarını açmadı mı? Açtı... Neden burada kalmayıp da ölümü bile göze alıp başka ülkelere gitmek istiyorlar?.. Neden?.."
Bu sorunun yanıtını bulmak için denizden kaçışların yoğun olduğu Muğla'nın Bodrum ilçesine gitmem lazım. Karar verdim ilk fırsatta Bodrum... Onu da bir başka yazıda anlatırım...
Hadin, iyi geceler...
Paylaşabilirsiniz;
Tweet